29 Aralık 2015 Salı

Aviator

28 Aralık 2015 Pazartesi

Diesel

27 Aralık 2015 Pazar

Tup Bun

26 Aralık 2015 Cumartesi

Geze Geze Anadolu


Haberi BuzzFeed'de görünce buraya taşımak istedim.  Romanyalı fotoğrafçı Mihaela Noroc (kadın), 2 yıl önce hayatında bir değişiklik yapmaya karar veriyor. Sadece para kazanmak için çalıştığını ve hayatının sürekli yorulmaktan ibaret olduğunu fark ediyor. Etiyopya'ya yaptığı bir yolculuk sırasında bir ilham geliyor. Modern dünya ve trendlere çok uzak bir kültür olan Etiyopya'daki güzel kadınları fark ediyor. Orada gördüğü farklı ve doğal kadınların ona ilham olduğunu, güzelliğin gerçekten evrensel olduğunu ve bunu tüm dünyaya göstermesi gerektiğini fark ediyor.

Böylece Atlas of Beauty (Güzellik Atlası) adını verdiği bir proje yaratmaya niyetleniyor. Tam 15 ayda, 37 ülke geziyor ve kendi cinsiyetinden olan insanların fotoğraflarını çekiyor. Güzelliğin çok farklı halleri olduğunu, kültürlerimizi, geleneklerimizi ve benliğimizi kaybetmememiz gerektiğini, kadınları güzel yapan şeyin bu olduğunu söylüyor.

Noroc, bu yolculuğun, projesinin ilk adımı olduğunu ve buna devam edeceğini söylüyor. Bunu başarabilmek için şu an bağış topluyor. Ben bazı fotoğrafları, çekildiği ülkesiyle birlikte aşağıda paylaştım. Güzellik Atlası projesindeki tüm kadın fotoğrafları için internet sitesini ziyaret edebilirsiniz.  http://theatlasofbeauty.com/

Litvanya

Brezilya


Şili

Kolombiya

Gürcistan

İran 

Amerika

24 Aralık 2015 Perşembe

8 Ocak 2016


O nasıl bir tarihtir, tövbeler olsun.. 

Uzun süredir vizyonda film sıkıntısı çekiliyordu. Özellikle ben sinemaya gitmek istiyor ama gidecek film bulamıyordum. Cem Yılmaz'dan sonra ilk defa geçen hafta işte Bridge of Spies'a gitmiştim. 8 Ocak 2016 Cuma, yani bundan 2 hafta sonra, aynı günde vizyona öyle filmler giriyor ki..

The Hateful Eight

Zaten aylardır, hatta 1 yılı aşkın süredir beklediğim, bir sürü postta da bahsettiğim, Tarantino'nun 8. filmi. Bundan tekrar tekrar bahsetmeye gerek yok. Tam 3 saatlik bir sinema şöleni yaşayacağız. 

Joy

Bundan da bir kaç gün önce, Jennifer Lawrance ile ilgili bir postta bahsetmiştim. Lawrance ile birlikte Robert de Niro ve Bradley Cooper da var. Yönetmen de David O. Russell. Bu bize sanırım bir şeyler hatırlatıyor? Evet, American Hustle ile aynı kadro. Kadro enfes ama American Hustle'da ben beklediğim keyfi alamamıştım. Tamam kalite, büyük oyunculuklar eyvallah ama film gereğinden fazla durağandı. Sıkıldığım yerler olmuştu açıkçası. Fakat bu kez daha keyifli bir filme benziyor, komedi falan da var. Fragman eğlenceli duruyor.

The Big Short

Yine efsane bir oyuncu kadrosu.. Ryan Gosling, Christian Bale, Steve Carell, Brad Pitt.. Kadro böyle olunca filmin konusu, hikayesi ilk etapta önemini kaybediyor. Ne olsa izlenecek çünkü.. Film, Amerika'daki özel festivallerde ve gizli gösterimlerde çok iyi tepkiler almış. Merakla bekliyoruz bunu da.


Bu arada manşetten vermedik ama, yine aynı gün vizyona Emma Watson'ın oynadığı Colonia ve Sylvester Stallone'nin oynadığı, Creed giriyor. İki filmin de iyi olduğunu okuyorum. Özellikle hiç ummuyordum ama, Creed'in gerçekten çok sağlam olduğu konuşuluyor. Premier gösterimlerde çok beğenilmiş.

Filmlerin konuları, fragmanları için nereye bakacağınızı biliyorsunuz.. Her yerde bulabileceğiniz şeyleri buraya kopyalamayı sevmiyorum.

Ana üç filme de mutlaka vizyondayken gitmek istiyorum, gideceğim.. Diğer ikisi için kendime henüz söz veremiyorum. En büyük merakla beklediğim Hateful Eight'i Cumartesi akşamı veya Pazar gündüz izlemeyi düşünüyorum çünkü film çok uzun, Cuma vizyona girer girmez iş çıkışı gidersem 9 küsür seansına yetişip, reklam + ara derken eve 2'ye doğru dönme ihtimalim yüksek. Ertesi gün iş var. Muhtemelen Cuma akşamı diğer ikisinden birine gider, Pazar gündüz de Hateful 8'i izlerim rahat rahat. Diğerlerine de bir şekilde vakit ayıracağız artık..

23 Aralık 2015 Çarşamba

Good old times...

Rose McGowan & Marley Shelton
Planet Terror (2007)

22 Aralık 2015 Salı

Ne güzel şeysin sen futbol


Leicester City, son yıllarda futbolda gördüğüm en güzel şey olabilir. 

Geçen sene 20 Aralık'ta, yani bundan tam bir yıl önce, Premier Lig'in 20. yani son sırasında yer alıyorlardı. Sonra lige tutunup sezonu 14. bitirmeyi başardılar. Bu sezon ise, dünyanın en büyük sürprizini gerçekleştirmeye devam ediyorlar ve 17. hafta geride kalırken liderliklerini sürdürüyorlar. Üstelik geçen sezon ligde zor kalan kadrolarına sadece iki önemli eklenti (Okazaki & Fuchs) yaptılar. Bunun yanı sıra büyük liglerde her maçta gol atan tek takım. Şampiyon olmaları hala çok büyük mucize olur ama bu artık 3-5 haftalık yalancı bir serüven değil, gerçek bir şampiyonluk mücadelesindeler.

Hikayelerini baştan anlatıp sıkmak istemiyorum, nitekim her yerde yazıyor, neredeyse her maçta da spikerler anlatıyor zaten. Bu rüya ne kadar sürecek bilemiyoruz, ama gerçek olan bir şey varsa, biri 10 sene önce işçi olan ve biri Fransa 2. Ligi'nden gelen bir Cezayirli oyuncudan oluşan hücum hattıyla Premier Lig'in tepesindeler. Ve takım olarak inanılmaz mücadele ediyorlar. Skor yükünü çektikleri için herkes benim yaptığım gibi Vardy ve Mahrez'den bahsediyor ama bu başarıyı sadece 1-2 oyuncuyla sınırlandırmak imkansız. Her maç topluca yaptıkları presi ve fiziksel mücadeleyi gördükçe yüzümde salak bir gülümseme oluyor. 

Oyun tarzları bana biraz 2011-12 sezonundaki Fatih Terim'in Galatasaray'ını anımsatıyor. 4-4-2, kaos futbolu, bol pres, sürekli orta sahaya ve savunmaya yardım eden forvetler, sürekli birbirine yakın oynayan takım, gereğinden fazla disiplin ve iştah.. Çok paslaşmayı sevmiyorlar, pres sonucu kapılan bütün topları son derece aceleci ve dikkatsiz biçimde karşı tarafa geçiriyorlar. Bu yüzden pas isabet ve topa sahip olma yüzdesinde ligin son (20. ve 18.) sırasındalar. Bu iki istatistik biraz 2011-12 Galatasaray'ına uzak geliyor ama o da STSL ile Premier Lig'in kalite farkıyla açıklanabilir.

(bu fotoğraf yarisaha.com sitesinden alınmıştır)

Alex Ferguson'ın fikrine göre devre arasında para harcarsa Lestır için şampiyonluk sürpriz olmaz. Ama oyuncuların çok doğru seçilmesi ve bu ahengi bozmaması çok önemli. Bu takıma 2 tane süperyıldız getirip aynı oyunu sürdürmek çok olası görünmüyor. Bu birlik ve beraberliği bozmayacak, çok koşup rakibi bozmaya ve disiplini sürdürmeye devam edecek adamlar olması gerek.. Bir de özellikle bizim ligimizde, ligin son haftalarına kadar götürülüp, tecrübesizlik sebebiyle kaybedilen şampiyonlukları çok gördüğümüz için erken konuşmak yanlış. 

Tabii ki ben ve futbol severlerin bir çoğu (İngiltere'de farklı takım tutanlar dışında) şampiyon olmalarını can-ı gönülden istiyoruz. Çünkü dipten tepeye uzanan sürpriz başarı hikayeleri insanoğlu için her zaman fazlasıyla çekici olmuştur. Tıpkı nötr olduğumuz iki takımın maçını izlerken neredeyse her zaman zayıf olanın kazanmasını istediğimiz gibi..

Wife of Wall Street

Relationship Goals


21 Aralık 2015 Pazartesi

Yürüyor efendim, durduramıyoruz


Jennifer Lawrance yönetmen oluyor.. Kendisini Türkiye'de ilk keşfeden insan olarak tabii her başarılı işinde haklı bir gurur yaşıyorum. Son yıllarda Hunger Games serisi başta olmak üzere, üst üste filmlerde oynadığı rollerle Amerika'nın en önde gelen kadın oyuncusu oluveren Lawrance, şimdi de kamera arkasına geçmeye karar vermiş.
 
Oyunculuğa başladığı ilk yıllardan beri yönetmenlik yapmak istediğini söylüyor. Yönetmenliğini yapmaya hazırlandığı yeni filmin adı Project Delirium ve ilginçtir ki türü komedi. Yönetmenlikte başarılı olacağını düşündüğünü ama oyunculuğu kesinlikle bırakmayacağını söylüyor.
 
Fakat tekrar söylüyorum, Hunger Games falan hikaye, Silver Linings Playbook'ta oynadığı rol hayatımda gördüğüm en iyi kadın oyuncu rollerinden biriydi.
 
Bu arada Türkiye'de de vizyona girmek üzere olan yeni film Joy ile alakalı bir kaç gün içinde yeni bir yazı yazacağım. Lawrance dışında filmde Robert de Niro ve Bradley Cooper'ın da oynayacağını düşünürsek, ayrı bir postu hak ediyor.

"Ellerimde çiçekler"

Miranda Kerr

20 Aralık 2015 Pazar

Sinemaskop


Dün sinemaya gittim arkadaşla. Malum cumartesi akşamı, her yer hınca hınç dolu, müthiş bir hengame.. Bilet gişelerindeki görevliler LC Waikiki kasiyerine dönmüş, her gişenin önünde 15 metre sıra var. Herkes Star Wars ve Düğün Dernek 2 için bilet alabilme telaşında. O filmlerin başlamak üzere olan seansları da, salon önlerinde yine büyük kalabalıklar yaratmış. Biz ise gayet sakin bir şekilde lobiye girdik, hiç gişedeki izdihama bulaşmadan bilet makinesine kredi kartımızı soktuk, bomboş olan salonun orta sıralarından Bridge of Spies'e iki kişilik bilet aldık.

Bunu niye anlattım? Aslında pek bir amacı yok. O acayip kalabalıkların arasında hiç ilgimi çekmeyen iki filmin salonları ve bilet sıraları ağzına kadar doluyken, boş ve huzurlu bir salonda gerçek bir film izleme keyfi yaşadım. 


Muazzam bir filmdi Bridge of Spies. Çok destansı bir senaryo yok (zaten gerçek bir hikayeden alıntı), neredeyse hiç ters köşe yok, aksiyon yok.. O yüzden 10 kişiden 8'inin (sadeleştirirsek 5 kişiden 4'ünün) ilgisini çekmeyecek bir film. Ne var peki filmde? Harika bir olay anlatımı var, nefis diyaloglar var, inanılmaz atmosferler var.. 1960'ların Brooklyn'i ve özellikle soğuk savaşın ortasındaki Doğu Berlin inanılmaz resmedilmiş. Kendinizi içinde hissediyorsunuz. Ve elbette, Tom Hanks ve Mark Rylance başta olmak üzere kusursuz oyunculuklar var. Yapımcı ve yönetmen koltuğundaki Steven Spielberg'in de yine yanıltmadığını ekleyelim.

Filmin sanırım son haftasına girdik, vizyondan düşmeden izlemenizi öneririm.

Ve bu arada aşağıdaki posteri görünce içimi ekstra bir mutluluk kapladı. Çok uzuuun zamandır bekliyorum ama ufak bir korkum vardı, daha önce de bahsetmiştim. The Hateful Eight filminin süresi 3 saat olduğu için, belki bir çok sinemada vizyona girmeyebilir mi şüphesi vardı. Neticede Türkiye'de sıkı sinemacılar dışında çok büyük bir kitlenin hevesle beklediği bir film olmadığı için az sayıda sinemada, az sayıda seans olabilir.. Ama gittiğim sinemada (İzmir, Forum Bornova) posteri görünce içim baya rahatladı. Gerçi film, reklamlar ve film arası ile birlikte 4 saati bulacağı için seanslar zaten mecburen az sayıda olacak. Neyse. 18 gün sonra kavuşuyorum.

"Ooooo alemin kralı geliyooooorrr..."

Bu arada farkındayım, üst üste çok fazla sinema yazısı oldu. Sıkılanlar veya sinema sevmeyenler varsa lütfen bir daha girmesin bloga. #boom

Tarantino's

18 Aralık 2015 Cuma

Neden?



Az önce Sinister adlı filmi izlerken, şu akşam yemeği sahnesini görünce artık canıma tak etti. Yeter! Bu yabancı filmlerde neden hep akşam yemekleri sanki yıllardan 1962'ymiş gibi karanlıkta yenir? Bir değil, iki değil, beş-on değil.. Bütün filmlerde aynı. Canıma tak etti artık. Yahu karanlıkta yemek neden yenir? Birincisi, yediğini doğru düzgün göremezsin. İkincisi de, gözlerine zarar. Dizilerde de aynı. En yakın örnek, Breaking Bad'de de White ailesi akşam yemeklerini hep karanlıkta yerdi, hatırlayın. Vallahi yıldım artık. Açın şu sıçtığımın lambasını. Aydınlıkta yiyin ne yiyorsanız. 

Bu arada Sinister'a notum 7/10. Fena olmayan bir korku filmi. Korku türünde çıkan film sayısı göz önüne alındığında iyi denebilir. En azından mantıklı bir hikayesi ve film sonuna kadar süren bir gizemi var. Bir The Conjuring değil ama korku sevenler izlemeli diye düşünüyorum.

17 Aralık 2015 Perşembe

Wintertime Sadness & Star Wars Madness!


Hayatımın en büyük zevklerinden biri sinema, biliyorsunuz. Binlerce film izlemişimdir. Zor beğenen, kasıntı biri de değilim. Ama fantezi ve bilim-kurgu türlerini hayatım boyunca sevemedim. Superman, Batman, Spiderman, Hulk, Iron Man, Avengers, Transformers, Lord of the Rings, Harry Potter vb... Hiç bir zaman ilgimi çeken filmler olmadılar. Nedeni de galiba filmde izlediğim şeyin gerçek olabileceğine bir parça da olsa kendimi inandırmak istemem. Korku filmlerindeki hayaletlere de inanmıyorum ama çocukluğumuzdan beri içgüdüsel olarak bir parça da olsa "olabilir" kuşkusu yaşamak yetiyor sanırım. Hayal gücüm de oldukça geniştir aslında ama sinemada nedense böyle bir tabuya sahibim. Saçmalık falan bulmuyorum, sadece ısınamadım. Ve tabii Star Wars. Bazı arkadaşlarım "senin gibi bi sinema manyağının Star Wars sevmemesi inanılmaz" diyorlar. Büyük efsane, büyük fenomen, kabul.. Ama yok, sevemiyorum. Eski filmlerinden izlediklerim de oldu. Bana çekici gelmiyor sadece. Hepsi bu.

Ama asıl bahsetmek istediğim farklı bir şey. İtiraf etmek gerekirse, çok uzak olduğum bir film olmasına rağmen, Star Wars çılgınlıklarına hep azıcık da olsa özenmişimdir. Oyuncakları, bardakları, kostümleri, tişörtleri, çizgi romanları, koleksiyon parçaları.. Ürünlerin hiç biri ilgimi çekmiyor tabii ki ama bir sinema serisi için bunların olması, bir sinemasever olarak hep hoşuma gitmiştir, tebessümle yaklaşmışımdır.

Bir başka özenti mevzusunu da dün yaşadım hatta. Hayranları, yeni film The Force Awakens'ın vizyona girmesi için aylardır geri sayımdaydı. Dün gece 12'de tüm Türkiye'de filmin ilk seansının verilecek olması yine bir sinemasever olarak çok hoşuma gitti. Hayranlarının paylaşımlarını ve yorumlarını -Twitter başta olmak üzere- keyifle takip ettim. Sinemada check-in'ler, salondan fotoğraflar, spoiler uyarısıyla filmden fotoğraf çekip yorum yazanlar.. Hatta benim hasta olduğum tür filmlerin de böyle bir heyecanını yaşamak istedim. Quentin Tarantino'nun büyük merakla beklenen yeni filmi geliyor veya efsane bir oyuncu kadrosu olan efsane bir film geliyor ve ben gece 12 seansına gidiyorum izlemek için. Ertesi gün de yapabilirim bunu ama gece yarısı sinemada, elimde patlamış mısır ve Sprite eşliğinde o filmi izlemek, sinema yelpazesi Kolpaçino'dan ibaret olanlar için saçma sapan gelebilir ama, bir sinemacı için yapılacak en keyifli şeylerden biri olduğunu rahatlıkla tahmin ediyorum.
 
"Söyle o zaman, Ceku'nun babası kim?"

Hallway Goodies

16 Aralık 2015 Çarşamba

Perfect Combination


Fucking Paradise

Üşüyoruz #2


LOST için üşüdüğümden bahsedince, üstüne bir de şans eseri bu fotoğrafı görünce House'tan bahsetmeden geçip, Büyük Usta'ya saygısızlık yapmak istemedim.. Bu da benim için dizi tarihinin kesinlikle gelmiş geçmiş en klas dizisidir. Gregory House, gerçek bir fenomendir. Manipulative Bastard'dır, Dr. Smartass'tir. 

"Hope is for sissies."
"People don't change." 
"Being normal sucks."
"Evetbody lies." 

Gear Stick with Leopard


"Gear Stick with Leopard" isimli bu yağlı boya tablosu Karolin Fişekçi'ye ait. 2011 yılında İstanbul'da Objet Petit a Alanistanbul adlı sergide sergilenmiş. Amerikan arabası ve leopar desenli elbiseli bir kadın. Tema harika.

13 Aralık 2015 Pazar

"Film kolajı"


2014 yapımı Relatos Salvajes; Arjantin'de geçen, 6 ayrı hikayeden oluşan, hayatın nefret ve intikama dönüşmesini konu alan, son derece farklı ve sürükleyici bir film. 20'şer dakika civarı süren 6 ayrı kısa film tadında hikaye kolajlanmış. Ben sürekli bu hikayeler Tarantino filmlerindeki gibi birbirine bağlanacak mı acaba diye bekledim ama alakası yokmuş.

Tüm hikayeler fazlasıyla ilgi çekici, fazlasıyla sürükleyici ve merak uyandırıcı. Biri iğrenç, biri vahşet dolu, biri gerilimli, biri komik, biri sinir bozucu.. Bazılarında iki-üç tanesi birden var hatta. İzlediğim en değişik ve ilgi çekici filmlerden biri olduğunu söyleyebilirim. Öfkeyi iliklerinize kadar hissederken, İspanyolca'nın keyifli tınısıyla filmin akışına kapılacaksınız..


Özellikle Hollywood'un ciddi yaratıcılık sıkıntısı çektiği bu dönemlerde, bunun gibi (ve şunun gibi) Non-Hollywood filmler sinemaseverler için oldukça kıymetli.

Tadı hala damağımda.

12 Aralık 2015 Cumartesi

Today is a f...?

11 Aralık 2015 Cuma

Bugün günlerden..


11.12.13

Clutch Sit

10 Aralık 2015 Perşembe

Üşüyoruz


Onlarca dizi izledim. Komediler hariç olarak Prison Break, 24, House, Spartacus, Breaking Bad, The Walking Dead ve daha niceleri.. Hepsi birbirinden güzel ve unutulmaz dizilerdi. Ama bu meret kadar keyif veren başka bir dizi daha olmadı şimdiye kadar. LOST bambaşka bir şeydi. O ada, o gizem, birbirinden özel karakterler, flashback'ler.. Benim için kesinlikle gelmiş geçmiş en iyi dizidir.

Üşenmesem, daha doğrusu vaktim olsa, oturup Jack'in ormanda gözünü açtığı Pilot bölümden itibaren bütün sezonları izleyesim var yıllardır.

9 Aralık 2015 Çarşamba

Çok aşığın var diyorlar..

The Rise of Thadland



Ve evet.. 3. sezondan sonra iptal edilen efsanenin devamını bir türlü sağlayamadık ama nihayet filmi geliyor. Blue Mountain State: The Rise of Thadland

BMS, hayatımda izlediğim en keyifli dizilerden biriydi. Bol alkol, partiler, küfür, karı-kız ve hem absürd, hem de gerçek komedi. Diziyi sürükleyen Thad Castle ve arkasındaki müthiş yan oyuncular. 4. sezonun başlamasını beklerken dizinin bir anda yayından kaldırıldığını öğrendiğimizde yıkılmıştık. Filmin konusu da, 4. sezonun konusu olacak olan Alex Moran ve Sammy'in okuldaki son senesini konu ediniyormuş. 

Zaten 2013'ten beri dizinin film olacağı konuşuluyordu ama bir türlü netleştirilememişti. Blue Mountain State: The Movie adıyla film olsun diye Vine ve Twitter'da kampanyalar başlatılmıştı. Daha da önemlisi filmin çekilebilmesi için bağışlar toplanmıştı. Üstelik sosyal medyadaki bu kampanyalara ve bağış olayına en büyük desteği de dizinin gerçek oyuncuları vermişti. Geçen sene de resmi ağızlardan filmin çekileceği açıklanmıştı ama oyuncu kadrosu ve filmin gerçek ismi net olarak belli olalı bir kaç ay oldu sadece.

Oyuncu kadrosu neredeyse tamamen aynı. Kafa adamlar Thad, Alex, Radon, Sammy, Craig, Koç Marty aynen duruyor.. Blogumun da yıllardır sağ sütununu süsleyen Marry Jo da filmde yer alıyor. Tek beni yıkan nokta, Koç Marty'nin manitası Debra'nın (aşağıda) olmaması. Herhangi bir yerde bu konuyla ilgili bilgi göremedim ama IMDB cast list'te görünmüyor. Büyük yıkım gerçekten.

6 Aralık 2015 Pazar

Göt Dekoltesi?




Roma'nın kalecisi Szczesny'nin yanındaki bu abla artık eşi midir, sevgilisi midir bilemiyorum ama, hayatınızda görüp görebileceğiniz en tuhaf dekolteyi giymiş. Göt dekoltesi. Sayın Wojciech Szczęsny'nin adı ve soyadı gibi hatunu da oldukça tuhafmış. AS Roma ailesinin yanındayız. Acının rengi olmaz.

Ayrıca daha kötü haber, o götün çok ciddi squat çalışmaya ihtiyacı var.

5 Aralık 2015 Cumartesi

Vay babayın kemiğine


Norveç'in aslında zannettiğimiz kadar sakin ve huzurlu bir yer olmadığını bize elinden geldiğince anlatan Hodejegerne (Head Hunters / Kafa Avcıları), izlediğim gerçekten güzel ve orjinal filmlerden biriydi. Şu klişeyi de eklemeden edemeyeceğim; bu film Hollywood'dan çıkmış olsaydı herkes haberdardı ve yüz binlerce methiyeler düzülmüştü. Oysa şimdi bu postu okuyanların belki de hepsi filmden ilk kez haberdar oluyor.

Filmin konusu zaten baştan enteresan.. Norveç'te yaşayan, güzel bir işi olup, iyi para kazanan ama kazandığından çok daha lüks, fakat emanet bir hayat yaşamak için kıymetli tablolar çalan bir adamın hikayesi.. Düzenli olarak yaptığı hırsızlıklarla orta irili-ufaklı vurgunlar yapan ve bu parayla 30 milyon euroluk kiralık bir evde oturup, kiralık ultra lüks bir arabaya binerek, güzeller güzeli olan karısını elinde, yaşam standartlarını da olması gerekenden çok daha yukarılarda tutabilmeye çalışıyor. Daha sonra en büyük vurgunu yapmak için iş birliği yapmak istediği bir adamla başı "oldukça büyük" bir derde giriyor. Sonrası hem gerilim, hem gizem, hem aksiyon, hem de birbirini takip eden inanılmaz olaylar silsilesi..

Filmin hem en başlarında, hem ortalarında defalarca, hem de sonunda mütemadiyen "yok artık" diyorsunuz. Hatta isteğe bağlı olarak "vay babayın kemiğine" de diyebilirsiniz..

İzleyin.

3 Aralık 2015 Perşembe