Bazı unutulmaz sinema repliklerine yer vereceğim blogta sık sık...
Rocky Balboa, oğluna son kez öğüt veriyor: "You, me or anyone... No one can hit hard like life. It ain't about how hard you hit. It's about how hard you can get hit... and keep moving forward. That's how winning is done!"
Yani: "Sen, ben ya da bir başkası, kimse hayat kadar sert vuramaz. Ama önemli olan ne kadar sert vurduğun değil, aldığın ağır darbelere rağmen yoluna devam edebilmendir. Ancak böyle kazanabilirsin"
* * *
Evan Almighty filmindeki Tanrı: "Let me ask you something. If someone prays for patience, you think God gives them patience? Or does he give them the opportunity to be patient? If he prayed for courage, does God give him courage, or does he give him opportunities to be courageous? If someone prayed for the family to be closer, do you think God zaps them with warm fuzzy feelings, or does he give them opportunities to love each other?"
Yani (kısaca): "Tanrı'ya dua edip birşey istediğinizde tanrı size istediğiniz o şeyi mi verir, yoksa onu elde etmek için bir fırsat mı?"
* * *
Planet Terror'den Cherry: "Look, you were being an unbelievable dick. I was walking out on you. I was cold. I took your fuckin' jacket. So, if you're gonna go on one of your psycho obsessive controlling rants about a fuckin' jacket, then fuckin' take it, cause I'd rather fuckin' freeze than fuckin' hear about it one more time."
Bunu Türkçe'ye çevirerek heba etmek istemiyorum.
Şimdilik bu kadar. Devam edecek... (Geçen izlediğim bir filmde çok güzel bir evlenme teklifi vardı, bulursam onu da koyacağım)
sinema replikleri sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster
sinema replikleri sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster
5 Temmuz 2008 Cumartesi
27 Temmuz 2010 Salı
Sinema Replikleri #6
Mathilda: Leon, sanırım sana aşık oluyorum, bu başıma ilk defa geliyor.Leon: Daha önce aşık olmadıysan bunun aşk oldunuğunu nereden biliyorsun?Mathilda: Çünkü hissediyorum.Leon: Nerede?Mathilda: Karnımda.. Sıcacık... Daha önce hep bir yumru olurdu, artık geçti.Leon: Mathilda, artık karnının ağrımadığına sevindim, ama bunun bir anlama geldiğini sanmıyorum... Senin biraz büyümek için zamana ihtiyacın var.Mathilda: Ben büyüdüm Leon, yaşlanıyorum.
Lêon - The Proffessional
.
"The Kingdom of Jean Reno" ve "Rise of Natalie Portman" adlarında iki ayrı film ismi de çıkarılabilir şu filmden. Tamam Jean Reno zaten efsanedir de, Portman'dan da özellikle o yaşta o oyunculuk.. İnanılmaz. (Arşiv # SR)
.
Ekleme: Repliği yazarken aklıma gelmemişti ama, yorumlarda bir arkadaş hatırlatmış (adsız) sağolsun. Evet, filmin benim için en efsane yönlerinden biri de Shape of My Heart adlı parçadır elbette. Parçayı Sting'in sadece gitar eşliğinde söylediği meşhur videoyu izleyip, dinlemenizi şiddetle tavsiye ederim.
4 Mayıs 2014 Pazar
23 Mart 2014 Pazar
Sinema Replikleri #9
“ Dedim Feri nerede? Benim orada bi' manita var. Feri Cansel'e benzediği için ben Feri diyorum, asıl ismi Gülşen, arkadaşları Münevver diyor, yalnız kaldığımızda da ben kuzu diyorum, o kadar güzel ki.. “
- Fikri, Vizontele
20 Temmuz 2008 Pazar
Sinema Replikleri #4
İlk repliğimiz efsane The Good, The Bad and The Ugly'den:
"When you have to shoot, shoot. Don't talk."
Yani; "Ateş etmen gerektiğinde, ateş et. Konuşma."
* * *
Damage'dan Juliette Binoche (Anna):
"Remember! Damaged people are dangerous. They know they can survive."
Yani; "Unutma! Zarar görmüş insanlar tehlikelidir. Çünkü hayatta kalabileceklerini bilirler."
* * *
İlk 3 seriden beri gelenek gibi oldu, kusura bakmayın. Son replik yine Vizontele'den. Deli Emin güvercilerini yemlerken, aynı zamanda tartışıyor... (Tabii siz onun şivesinde hayal edin)
"Yiyip içip sıçmaktan başka birşey yaptığınız yok be. İçinizde takla atmayan güvercinler var, kendini keklik zannedenler var. Siz taklaci güvercinsiniz kardeşim! İçinizde koca bir günü iki taklayla savuşturanlar var. Hangilerinizden bahsettiğimi siz de çok iyi biliyorsunuz. Ama ben burda isim verip, hiçbirinizi arkadaşlarınızın içinde şey etmek istemiyorum. Ama bu bele gitmez kardeşim, bele gitmez. Bundan böyle takla atmayana yem yok. Yeter be, ben sizi her yere sıçasınız diye mi besliyorum? Eee sen takla atma, o takla atmasın, kim takla atacak, ben mi atacam taklayı? Bundan böyle takla yok yem de yok kardeşim. Takla yok yem yok, takla yok yem yok."
(Ardından Nafiz'le konuşur ve 15 saniye tekrar güvercinlere döner)
"Ya siz de öyle bakmayın ya. Ya ama kızdırıyorsunuz beni... Ulen.. Alın len (yemlerin hepsini atar) Ama bak yarın bir takla atmayın, vallahi bozuşuruz."
13 Temmuz 2008 Pazar
Sinema Replikleri #3
The Bucket List filminin felsefesini anlatan cümle ile başlıyorum:
"We live to die another day."
Yani; "Başka bir gün ölmek için yaşıyoruz."
* * *
Taxi Driver - Robert de Niro:
"You talkin' to me? You talkin' to me? You talkin' to me? Then who the hell else are you talkin' to? You talkin' to me? Well i'm the only one here. Who do you think you're talking to? Oh yeah? Huh? Ok."
(Bunun Türkçe'si hiçbir şey ifade etmez. Hatta filmi izlemeyenler için, İngilizcesi bile etmez.)
* * *
Testere 2'den.. Orjinal repliği hatırlayamadım, aklımda Türkçe olarak kalmış.
Jigsaw: "Yaşadığına şükretmeyenler yaşamayı hak etmezler!"
* * *
Madem geçen sefer Vizontele'yle açmıştık, bunu da Vizontele Tuuba'dan Deli Emin repliğyle bitireyim..
Tuuba: Yazarım sana.
Emin: Yazma. O zaman.. o zaman bekliyor insan. Yani.. buraya çok az insan geliyor. Çok insan gidiyor. E kalan da hep bekliyor.. ama, bazen çok uzun bekliyor. Yani, hani, mesela zannediyorsun ki.. bir yoldan birisi gelecek. Boş uzun bir yol.. Devamlı ona bakıyorsun. Sonra kimse gelmiyor.. Yazma.
7 Temmuz 2008 Pazartesi
Sinema Replikleri #2
Resmi görünce şaşırmış olabilirsiniz. Bir farklılık olsun dedim. İlla en güzel replikler Hollywood'dan mı çıkacak? Vizontele'den, Reis Bey'in köye ilk televizyon kurulmadan önceki müthiş konuşması...
"Sevgili hemşerilerim.. Daha önce de söylemiştim ya, işte asıl tarihi gün; bugündür. Birisi de sormuştu; 'ne bakımdan tarihi bir gündür' diye. Söyliyeyim... Buraya gelen yabancılar, bize hep şunu sordu; 'Ya siz burada nasıl yaşıyorsunuz, buranın nesini seviyorsunuz?' Çok zor buna cevap vermek. İnsan, memleketini niye sever? Başka çaresi yoktur da ondan. Ama biz biliriz ki, bir yerde mutlu mesut olmanın ilk şartı; orayı sevmektir. Burayı seversen, burası dünyanın en güzel yeridir. Ama dünyanın en güzel yerini sevmezsen, orası dünyanın en güzel yeri değildir. Buraya gazeteler, 2 gün sonra geliyor. Biz duyduğumuz bir habere şaşırdığımız zaman, büyükşehirdeki insanlar çoktaan unutmuş oluyor. İşte vizontele.. buna son verecek. İstanbul'daki bir hadiseyi, aynı anda, gözlerimizle göreceğiz. Yani vizontele, uzağı yakın edecek. Ve burası artık o kadar uzak olmayacak. Hepimize hayırlı ve uğurlu olsun! "
Fight Club'tan...
The first rule of fight club is - you do not talk about fight club,
The second rule of fight club is - you do(!) not(!) talk about fight club,
Third rule of fight club, someone yells "stop!", goes limp, taps out, the fight is over,
Fourth rule, only two guys to a fight,
Fifth rule, one fight at a time, fellas,
Sixth rule, no shirt, no shoes,
Seventh rule, fights will go on as long as they have to,
And the eighth and final rule, if this is your first night at fight club, you have to fight...
The Borune Ultimatum'dan... Bourne'un FBI başkanı ile yaptığı telefon görüşmesi:
Jason Bourne: Where are you now?
David Strathairn: I'm sitting in my office.
Jason Bourne: I doubt that.
David Strathairn: Why would you doubt that?
Jason Bourne: If you were in your office right now, we'd be having this conversation face to face.
"Sevgili hemşerilerim.. Daha önce de söylemiştim ya, işte asıl tarihi gün; bugündür. Birisi de sormuştu; 'ne bakımdan tarihi bir gündür' diye. Söyliyeyim... Buraya gelen yabancılar, bize hep şunu sordu; 'Ya siz burada nasıl yaşıyorsunuz, buranın nesini seviyorsunuz?' Çok zor buna cevap vermek. İnsan, memleketini niye sever? Başka çaresi yoktur da ondan. Ama biz biliriz ki, bir yerde mutlu mesut olmanın ilk şartı; orayı sevmektir. Burayı seversen, burası dünyanın en güzel yeridir. Ama dünyanın en güzel yerini sevmezsen, orası dünyanın en güzel yeri değildir. Buraya gazeteler, 2 gün sonra geliyor. Biz duyduğumuz bir habere şaşırdığımız zaman, büyükşehirdeki insanlar çoktaan unutmuş oluyor. İşte vizontele.. buna son verecek. İstanbul'daki bir hadiseyi, aynı anda, gözlerimizle göreceğiz. Yani vizontele, uzağı yakın edecek. Ve burası artık o kadar uzak olmayacak. Hepimize hayırlı ve uğurlu olsun! "
* * *
Fight Club'tan...
The first rule of fight club is - you do not talk about fight club,
The second rule of fight club is - you do(!) not(!) talk about fight club,
Third rule of fight club, someone yells "stop!", goes limp, taps out, the fight is over,
Fourth rule, only two guys to a fight,
Fifth rule, one fight at a time, fellas,
Sixth rule, no shirt, no shoes,
Seventh rule, fights will go on as long as they have to,
And the eighth and final rule, if this is your first night at fight club, you have to fight...
* * *
The Borune Ultimatum'dan... Bourne'un FBI başkanı ile yaptığı telefon görüşmesi:
Jason Bourne: Where are you now?
David Strathairn: I'm sitting in my office.
Jason Bourne: I doubt that.
David Strathairn: Why would you doubt that?
Jason Bourne: If you were in your office right now, we'd be having this conversation face to face.
17 Şubat 2014 Pazartesi
17 Temmuz 2009 Cuma
Sinema Replikleri #5
Geçen yıldan beri bir şey yazmamıışım bu başlığa. Yazık olmasın güzelim repliklere. Yerine göre İngilizce, Türkçe veya her ikisini de yazacağım. Pulp Fiction'ın resimdeki malum sahnesiyle başlıyorum...
Butch: You okay?
Marsellus: Naw man. I'm pretty fuckin' far from okay.
Butch: What now?
Marsellus: What now? Let me tell you what now. I'ma call a coupla hard, pipe-hittin' niggers, who'll go to work on the homes here with a pair of pliers and a blow torch. You hear me talkin', hillbilly boy? I ain't through with you by a damn sight. I'ma get medieval on your ass.
Butch: I meant what now between me and you?
Marsellus: Oh, that what now. I tell you what now between me and you. There is no me and you. Not no more.
* * *
"A mother is more important than everything that she told you." - Hani, Body of Lies
Yani; "Bir anne, sana anlattıkları şeylerin hepsinden daha önemlidir."
* * *
Il buono, Il brutto, Il cattivo (İyi, Kötü ve Çirkin)
Tuco: Merak etme, tanrı bizimle, çünkü o da Kuzeylilerden nefret eder.
Blondie: Tanrı bizimle değil çünkü aynı zamanda gerizekalılardan da nefret eder.
Blondie: Tanrı bizimle değil çünkü aynı zamanda gerizekalılardan da nefret eder.
* * *
"Tüm Avrupa'yı fethedebilirdim. Her şeyin sahibi olabilirdim. Ama hayatıma kadınlar girdi." - II. Henry (Lion In The Winter - 2003)
19 Ağustos 2010 Perşembe
Sinema Replikleri #7
“ Şoförlük yapıyorum o zaman. Bir Fransız turu almışız. Arabada 19 tane hatun var. En çirkini için 4 cinayet işlersin. Aynayı öyle bir ayarlamışım ki, hem aracı kullanıyorum, hem damardan kesik alıyorum. Hatunların da 19'u birden beni kesiyo. Ulan n'aparsın, n'aparsın.. Neyse bulduk çareyi. İstanbul'dan Antalya'ya 59 saatte vardık. E haliyle 19 yerde mola verdik. “
- Yılmaz Erdoğan, Otogargara
1 Ağustos 2009 Cumartesi
Klişeler #2 - "Klişe olmayan" Hollywood klişeleri
Klişeler yazı serisinin ikinci kolunun başlığı biraz tuhaf gelmiş olabilir size. Şöyle ki, zaten herkesin bildiği bir sürü Amerikan filmi klişesi vardır ve doğal olarak bunlar klişe olarak kabul görür. Ben ise bu yazıda, bu herkesin bildiği klişelerden daha farklı klişelere değineceğim izninizle. Yani her korku filminin başında illa ki yiyişen birkaç çift bulunur mesela. Bu olmazsa olmaz bir klişedir. Ya da tam katil peşinden koştururken bindiği arabanın marşı bir türlü basmayan çelimsiz hatunlardan her gerilim filminde vardır. Ya da iyi ile kötünün kavgasında, iyinin mutlaka önce dayak yiyip, dövüşün sonlarında kötüyü yere sereceğini biliriz. Filmdeki herkesin tek kurşunla ölüp, esas oğlanın 5 kurşunla hala hayatta kalıp, herkesi tek tek alt etmesinden de bahsetmeyeceğim size. Bunlar zaten herkesin bildiği, klişe-oğlu-klişelerdir. Yani bir nevi klişeleşmiş klişeler. Ben ise naçizane, biraz daha el değmemiş, gün yüzüne çıkmamış klişelerden bahsedeceğim. Ki muhtemelen bir çok sinemacı da hak verecek.
1-) Radyoda ilk kez kendi bestesini duyan müstakbel ünlüler: Filmde bir ünlü olma hikayesi bulunmaktadır. Bir genç amatör müzisyen veya grup, kendi hallerinde çok güzel şarkılar yazarlar, okurlar. Tek kişiden ziyade, grup daha klişe bir olaydır bu tür şeylerde, oradan devam ediyorum. Bunlar takıldıkları mütevazı barda şarkıları söylerler, minik minik paralar kazanırlar. Ama tüm dünyanın tanıdığı bir grup değildirler tabii. Bunun için çalışırlar, para biriktirirler, ailelerin zulümlerine falan katlanırlar ve albüm çıkarmak için nihayet para denkleştirirler. Yaparlar albümü, ki bu albüm çalışmaları sırasında grupta birbirini seven gençler mutlaka, albüm kayıtlarının birinden sonra gece yarısı düzüşürler. Neyse, albümleri çıkar, bunlar çulsuz kalmışlardır, bir dandik 4000 papellik arabalarından başka bir şeyleri kalmamıştır, köşe olabilmek için albümlerinin tutmasını beklerler, ki bu uzun sürer, umutlar tükenmeye yaklaşmıştır. "Ne yapsak hacı?" modunda bir gece yarısı arabada otururlar ve kısık olan radyo sesinde bir şeyler dikkatlerini çeker. O da ne? Kendi şarkıları çalıyordur. Evet, şarkıları beğenilmiştir ve bunun teyidi olarak radyoya bile çıkmıştır. Sesini açarlar, eşlik ederek çıldırırlar.. Artık onlardan kralı yoktur. Grubun birbirini seven gençleri o gece küçük bir kutlama daha yapar ve ortama akarlar..
2-) Bizim görebildiğimiz/duyabildiğimizi katilin görüp, duyamaması / a.k.a. Mal Katil: Bu muhabbet filmde, dizide her yerde vardır. Katil evin içinde dolaşır, ev karanlıktır ama biz olan biten herşeyi görürürüz, hiçbir ışık olmamasına rağmen. Salondaki kolona doğru yaklaşır katilimiz ve kurban adayları da kolonun arkasında saklanır. Katil kolonu geçer ve arkasını dönse elemanları görecektir, bir süre dönmez ama nihayet döner. Ama içerisi karanlık ya, elemanları görmez, aynen transit geçer. Ulan biz seni de, onları da gündüz kadar net görüyoruz, ama sen göremiyorsun. Tabii bu sahneyi izleyebilelim diye uygulanan bir olaydır ama o anlık inandırıcılığa da balta vurur. Ses olayı da aynı şekilde. Anne-kız katilin 3 metre ötesinde dolabın arkasında saklanır, annesi kızına o anki panik durumunda ne yapması gerektiğini anlatır, sessiz olmasını falan söyler ama bunları anlatırken kendisi dünyanın gürültüsünü çıkarır, fakat dahi ama özünde mal olan katilimiz bunların hiçbirini duymaz. Ayrıca evdeki kapı kapamaları, açmaları da nedense kimse tarafından duyulmaz, bu da ayrı bir olay.
3-) Amerikalıların televizyon kapatma fetişizmi: Yahu böyle bir şey olamaz. Adamlarda artık elektrik tüketimi konusunda nasıl bir titizlik varsa, sadece televizyonda işler bu titizlik. Diyelim 2 insan oturmuş TV izliyor ve biri diğerine şaşıracağı bir haber verdi. Kesinlikle "hadi yaa?", "valla bak" , "nasıl oldu?" denip muhabbet devam etmez. Önce haberi verenin surata çok kısa bir bakış atılır, ardından masanın üstündeki kumanda alınır, televizyon kapatılır ve ondan sonra muhabbete devam edilir. Bir muhabbete başlanırken televizyonun sesi kesinlikle kısılmaz, direkt kapatılır. Muhabbet biter, eleman ayağını uzatır, TV'yi açar, izlemeye devam eder.. Ya da biri, çok çok önemli bir haberi gördüğünde, kesinlikle haberi sonuna kadar dinlemez, başını dinler, ne olduğunu anlar ve şak diye kapatır. Eğer haber şok ediciyse, TV kapalı şekilde birkaç saniye şok halinde durur. Haber kendisiyle ilgiliyse ve acilen yapması gereken birşey varsa da kapatır kapatmaz kalkar, işe koyulur. Ama aynı küresel hassasiyet 24 saat açık olan bilgisayarlar için gösterilmez nedense.
4-) "Her Amerikalı ayarcıdır" mesajı, arkadaşların ironi hastalığı: Bunun için tabii birkaç örnek gerekecek. Bazı giderci arkadaşlar, en normal muhabbetlere, sorulara bile bir ironiyle, ayarla cevap verip saygınlıklarını arttırmaya çalışırlar. Örneğin, kahramanımız çok basit birşeyi anlatır, anlatır ve dinleyen de anladığını teyid eden iki kelimeyi söyler; "I see." Fakat kahramanımız karizmatiktir; "No, you don't!" // Bir başka örnek vermek gerekirse, kahramanımız büyük bir kazadan sağ ve bilinci yerinde çıkabilmiştir. 10 saniye sonra olay yerine gelen tamamen iyi niyetli arkadaşı sorar; "John, iyi misin?" Ama o halde bile öyle ironiktir ki esas oğlan; "Hmm bir bakalım.. Az önce arabamı çalan hırsızı enselemek için helikopterden arabanın üstüne atladım, ama çöp konteynırının içine düştüm, bacağım kırıldı, omzum sanırım yerinden çıktı, 10 metre ilerde de aracım patladı ve kahretsin dostum, lanet olası DNA testleri o aracın içindeydi. Evet adamım, gerçekten çok iyiyim." Hahahaha yok böyle bir laf sokma.. İnsan gibi cevap verse ölür pezevenk.
5-) Barda, 37 ekran televizyonda izlenen beyzbol maçları: Tıpkı Yılmaz Erdoğan'ın dediği gibi, ben de içinde beyzbol olan filmlerden nefret ediyorum. Anlamıyorum ki o spor nasıl yapılıyor, takımlar nasıldır, kuralları nedir.. Neyse konu bu değil. Amerika'da malum beyzbol, amerikan futbolu bizim futbolumuz kadar meşhur. Ve bizim kıraathanelerin yerini onlarda barlar almış durumda. Ve ne lanettir ki, her 5 filmden birinde barda birasını veya buzlu, sek votkasını (nasıl içiyorsa artık) yudumlarken aynı anda Red Sox'ın, NY Yankees'in maçını izleyen adamlar topluluğu görürüz. Bunlar tezahürat eder, bağırır, sayı olunca delirir falan.. Hatta filmin esas adamı, eğer oğlu varsa mutlaka ufak yaşlardan bu barlara götürüp o atmosferi tatmasını sağlar. Ve ne hikmetse, ulan bu barda izlenen bütün televizyonda 37 ekrandır, göt kadardır. Hayır, bu bir gelenek midir, yoksa içkinin kovayla tüketilmesinden dolayı kimsenin aklına "ulan yok mu bi 106 ekran plazma?" demek gelmiyor mudur?
6-) Altın kalpli, arkadaş canlısı Amerikan orospuları: Bu ablalardan da içinde seksüel aktiviteler içeren çoğu filmde, hatta dizide vardır. İsimleri de diğer fahişeler gibi Angel, Jessica, Cherry değil normal anadolu kadını tonunda bir Caroline'dir. Bu ablalar özünde harika birer arkadaş, birer anne ve pamuk kalpli birer insandır fakat gel gör ki hayatın sillesi, kaderin feleği, pezevengin tabancası gibi acımasız nedenlerden dolayı fahişelik enstitüsünün birer parçası olmuşlardır. Hepsi taş gibidirler ve genelde sevişmezler. Esas oğlanla karşılaşmaları olağandır, yatakta yapılacak aktivite için paralarını alırlar ama sonunda sevişmezler. Esas oğlanın bir şekilde başında olan belayı görürler, dertlerini dinlerler ve artık 5 dakika önceki seks abidesinden eser kalmamıştır. O bir kankidir. Oğlanın derdini dinler, tavsiye verirler, kız arkadaşıyla geri barışmasını sağlarlar. Oğlanın aklına süper bir fikir sokarlar ve oğlan, gecenin bir yarısı, baş başa oldukları otel odasından hemen ayrılır, kız arkadaşından özür dilemeye gider. Barışır ve 4-5 saat sonra geldiğinde, Caroline'e verdiği 500 doları komidinin üzerinde bulur. Delikanlı karıdır Caroline!
7-) Hayat felsefesi "cool olmak" olan abiler: Bu abiler hal ve tavırlarıyla öyle havalılardır ki, ailecek hayran kalınır ve filmin sonunda yine o cool haliyle, saçlarını savura savura giderler. Bunların klişe birkaç hareketleri ve replikleri vardır. Örneğin, 300 kişilik dev bir mekana girip operasyon yapar, saatlerce koşuşturur, mekandaki bombayı imha edemese de içine kötü adamları hapsetmiştir, dışarı koşarak çıkar ve patlama zamanını öyle iyi ayarlar ki, tam abimiz bomba menzilinden çıktığı anda bomba patlar. Ve abi bu devasa patlama sırasında, üzerinde vücuda yapışan beyaz ama kirlenmiş atletiyle arkası dönük, o öküz gibi patlamaya hiç bakmadan kameraya doğru yürür, patlama abinin arka fonunda gerçekleşir. Ulan hödük, orada hayvan gibi patlama oldu, içinde adamlar vardı, bir dön bak ne oluyor diye, ama yook.. Bir de bunların bazı gizemlilikleri vardır. Mesela sıradan biri çok önemli, hayat memat meselesi bir soru sorar ama bizimki gözünü kısar ve cevap vermeden arkasını dönüp gider. Ama bu cevap vermeyişinin mutlaka bir nedeni vardır. İlerde anlaşılacaktır.. Aynı zamanda bu abiler hayatla barışık ve insancıldırlar. Mesela sevdikleri kadına evlenme teklif ederler; "....... Benimle, evlenir misin?" Ama kadın o anda itiraf eder ki, çok fena bir kansere yakalanmıştır, çocuk doğurma ihtimali yoktur ve birkaç aydan itibaren ömür boyu yatalak olacaktır. Kadın bu durumda adamın evlenmeyeceğinden emindir ve üzgünüm der, fakat cool-oğlu-cool adamımız şöyle cevaplar: "Soruma hala cevap vermedin." Yürü beee..
8-) Amerika'da bir günün 36 saat olması: Ne alaka? Şu alaka.. İzliyorum filmleri, adam inşaat mühendisi veya polis departmanında bir şef. Ama çalışma dışında gün içinde o kadar şey yapıyorlar ki.. Ulan ben de çalışıyorum. Klasik bir çalışma süresi en az 8 saattir. Ben işten eve geldiğimde o kadar yorgun oluyorum ki genelde, oturup bilgisayar başında takılmaktan başka birşey düşünemiyorum. Ama hey gidi fırsatlar ülkesi Amerika. Adam sabah kalkıyor, kahvaltı öncesi bin tane şey yapıyor, kahvaltısını ediyor, gazetesini okuyor, çocuklarıyla ilgileniyor. Oha, senin iş 12'de mi başlıyor, yoksa sabah 5'te mi kalktın? Neyse işine gidiyor. İyimser bir tahminle işi sabah 10, akşam 6 arası diyelim. 7'de evde. Ulan bu adam eve gelip yemek yiyor, arkadaş derdi dinliyor, üzerine sevgilisiyle takılıyor, paintball yapıyor, gece bara gidip sabaha kadar içki içiyor (Bkz: How I Met Your Mother), eve gelip kitap okuduktan sonra uyuyor ve sonra tekrar sabahın köründe kalkıp işe gidiyor. Hadi bu kadar insanüstü enerjiyi buldun, bu kadar şeyi saat 7'den sonrasına nasıl sığdırdın be adam?
9-) Kapaklı telefon ve nostaljik ses tonu fetişizmi: Artık ejnebilerde böyle bir hastalık mı var, her şeyin kapanabilenini mi seviyorlar bilmiyorum ama, özellikle ciddi kişiliklerin telefonları kesin kapaklıdır ve yapılan kritik görüşmelerin hepsi kapaklı cep telefonlarıyla yapılır. Telefon çalar, kapağın üstündeki minik ekranda "Michael is calling" yazıyordur, eleman trak diye kapağı açar, konuşmaya başlar ve en etkileyicisi, konuşma bitince ştak diye kapatılan kapak sesidir. Kapak kapatılır, arabaya binilip olay bölgesine gidilir.. Ve bir çoğu da antenlidir haa. Ayrıca ben duymadım ki, bir adamın da telefonunda bir mp3 ses tonu, hadi onu geçtim polifonik ses tonu olsun. Ya klasik zırrrrrr diye çalar, ya da bayık monofonik bir melodi.. Öehh be.
10-) Yorganın altında yapılan seks ve seviştikten sonra çarşafa dolanan kadın: Evet, aslında bu klişeleşmiş bir klişe ama, bunu yazmasam olmazdı, kusura bakmayın. Filmdeki gerçekçiliğe öyle bir balta vurur ki.. Ulan yaz olsun, kış olsun fark etmez. Çiftimizin ne kadar tahrik olduğu da fark etmez. O seks illa ki çarşafa, yorgana dolanarak onun altında yapılacak. Hadi bunu yaptınız, sabah oldu. Öncelikle ilk uyandığında kadının bir bacağı açıkta, bacağının güzelliği kasıktan itibaren olduğu gibi sergilenir vaziyettedir, o allahın emri. İkincisi de çarşaf göğsünün üstüne kadar çekilidir ve omuzdan üstü gözükür, bu da kuraldır. Hadi bunları anladık tamam da.. Yahu kadın, adamla zaten akşam 11'den beri yatakta baş başasın, en az 3 defa ikiniz de terleyip soğumuşsunuz, suratlarınız defalarca pembeleşip eski haline dönmüş ve herif zaten memelerinin haritasını bile çıkarmış. Sen hala sabah tüm seksiliğinle uyanıp, kalkarken göğüslerini çarşafa dolarsın. Nedir bu? "Mutfakta aşçı, sokakta hanımefendi, yatakta orospu, çıplakken çarşaflı" mottosunu mu benimsedin, n'aaptın?
Not: "Klişeler" yazı serisinin ilk 2 yazısı da sinemayla ilgili oldu ama, sadece sinema değil, her konudan klişe yazacağım, şimdilik öyle denk geldi. Beni izlemeye devam edin.
Kategori:
Makale / Uzun Yazı,
Sinema
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)