31 Ağustos 2008 Pazar
2. hafta: Galatasaray ve Fenerbahçe
2. hafta için iki takımın da olağan durumlarını berbat görüyorum. İlk olarak Galatasaray için kısa birşey söyleyeceğim; Bir GS'lı olarak Allah yardımcımız olsun diyorum. Biz bu takımı 1 sene boyunca nasıl çekeriz bilmem. Kötü oynamaktan da başka bişey bu, öldürüyo ekran başında insanı. Bayılacak gibi hissettim bi ara kendimi. Abartısız söylüyorum, 10 yıldır GS'ın sahada hiç bu kadar mide bulandırıcı göründüğünü hatırlamıyorum.
Teknik direktör durumu için en az 1-2 ay geçmeden hala ısrarcıyım kesin bir yargıda bulunmamakta. Ama bugünkü maçta yine çok yetersizdi. "Yani elinden geleni yaptı, olmadı" diyemeyiz. Acil gole ihtiyaç varken son 20 dakika, hala forvet çıkarıp forvet koyuyor vs.. Neyse zaman veriyorum.
Fenerbahçe, GS gibi sahada sinir bozucu durmasa da pek iç açıcı bir görüntü vermiyor. Oyuncu sayıları eşitken maç ortadaydı. 10 kişilik Belediye'ye bile tam olarak üstünlüğünü hissettiremedi. Rakip 9 kişiye düşünce geldi goller de zaten. Maç sonuna kadar 11'e 11 oynansaydı Fener'in puansız dönmeyeceğini kimse garanti edemezdi. Aragones ise beğendiğini söylemiş takımı. İlginç.
Rossi bitirdi
Hayret birşey. "Stoner baskıyı kaldıramadı mı acaba?" desek, herif hepsine tokadı çekip şampiyon olmuş adam. Anlaşılan daha önce de çok kez bahsettiğim gibi Doktor çok ciddi hazırlanmış bu sezona. Müthiş hırs yapmış. İtalya'da da senaryo ABD ve Çek Cumhuriyeti'nden farklı olmadı. Stoner yine düştü, Rossi yine zaferi göğüsledi. Fark da 75'e çıktı. Evet yetmiş beş. Yani matematiksel olarak olmasa da, Rossi artık çok net biçimde şampiyondur. Helal olsundur.
Not: Öğlen vaktim olmadığından yazamadım, gecikme için pardon.
Kategori:
Diğer Sporlar
Oya Başar & Benim Annem Bir Melek
Oya Başar'ı eski kocası sayesinde tanıdık TV ekranlarında. Levent Kırca önderliğinde ülkenin gelmiş geçmiş en efsane programlarından birinde başrolü paylaşıyordu. Hiç de sırıtmadan, gayet başarılıydı.. Zaten tiyatroculuk da var.
Levent Kırca'yla ayrıldıktan sonra beraber herhangi bir yapıma girmeyeceklerinden, açıkçası ben söneceğini düşünmüştüm. Ne kadar iyi olunursa olunsun bazıları başı çekecek kapasitede olamayabilir, tamamlayıcılık daha çok yakışabilir. Oya Başar beni acayip göt etti. ATV'deki dizide başı öyle bir çekiyor ki.. Dizi bence çok keyifli. Zaten şu kısır ekranlarda izlenebilecek nadir şeylerden biri. Oya Başar da dizideki o iğrenç kaynana rolünü öyle güzel veriyor ki ekrana, bitiyorum valla.
Genelde bu tür dizilerden itinayla uzak dururum aslında. Ama dizi ayrı bir hayranlıkla, Oya Ablamız'ı ayrı bir hayvanlıkla izliyorum.
Kategori:
Kültür-Sanat,
TV
The Bangkok Five
Kategori:
Hatun,
Kültür-Sanat,
Video
30 Ağustos 2008 Cumartesi
Too Drunk to Fuck
Went to a party
I danced all night
I drank 16 beers
And I started up a fight
But now I am jaded
You're out of luck
I'm rolling down the stairs
Too drunk to fuck
Too drunk to fuck
Too drunk to fuck
Too drunk, to fuck
I'm too drunk, too drunk, too drunk
To fuck
I like your stories
I love your gun
Shooting out truck tires
Sounds like loads and loads of fun
But in my room
Wish you were dead
You ball like the baby
In Eraserhead
Too drunk to fuck
Too drunk to fuck
Too drunk, to fuck
It's all I need right now
Too drunk to fuck
Too drunk to fuck
Too drunk to fuck
Too drunk, to fuck
I'm sick soft gooey and cold
Too drunk to fuck
I'm about to drop
My head's a mess
The only salvation is
I'll never see you again
You give me head
It makes it worse
Take out your fuckin' retainer
Put it in your purse
I'm too drunk to fuck
You're to drunk to fuck
Too drunk to fuck
It's all I need right now Oh baby
I'm melting like an ice cream bar
Oh baby
And now I got diarrhea
Too drunk to fuck
Yeah, Yeah
Yeah, Yeah
Yeah, Yeah
Oooohhh
Dead Kennedys
I drank 16 beers
And I started up a fight
But now I am jaded
You're out of luck
I'm rolling down the stairs
Too drunk to fuck
Too drunk to fuck
Too drunk to fuck
Too drunk, to fuck
I'm too drunk, too drunk, too drunk
To fuck
I like your stories
I love your gun
Shooting out truck tires
Sounds like loads and loads of fun
But in my room
Wish you were dead
You ball like the baby
In Eraserhead
Too drunk to fuck
Too drunk to fuck
Too drunk, to fuck
It's all I need right now
Too drunk to fuck
Too drunk to fuck
Too drunk to fuck
Too drunk, to fuck
I'm sick soft gooey and cold
Too drunk to fuck
I'm about to drop
My head's a mess
The only salvation is
I'll never see you again
You give me head
It makes it worse
Take out your fuckin' retainer
Put it in your purse
I'm too drunk to fuck
You're to drunk to fuck
Too drunk to fuck
It's all I need right now Oh baby
I'm melting like an ice cream bar
Oh baby
And now I got diarrhea
Too drunk to fuck
Yeah, Yeah
Yeah, Yeah
Yeah, Yeah
Oooohhh
Dead Kennedys
Kategori:
Kültür-Sanat
Ev Yapımı Olimpiyatlar
Olimpiyatlara gidemiyorsanız, kendi olimpiyat ortamınızı kendiniz oluşturun. Bak millet oluşturuyor. Hahahahah çok eğlenceli olmuş. Süper.
Kategori:
Diğer Sporlar,
Gülünç,
Video
Türkiye'de reklamcılık zekası
Nestle Nesfit reklamında birşey dikkatimi çekti.. Reklamdaki kız ilk önce mavi renkli olan eski bikinisinin içine girmeye çalışıyor, pek başaramıyor. Ondan sonra da Nestle Nesfit önderliğinde diyet yapıyor. Buraya kadar bir problem yok, tamam. Ama diyet yaptıktan sonra zayıfladığını seyirciye kanıtlamak için ilk baştaki mavi bikinisini giyeceğine, kendine yeni bir bikini alıp giyiyor. E ne alaka? Demek ki Nestle'ymiş, diyetmiş falan bir boka yaramıyor, kız lanet olsun deyip daha büyük beden bir bikini alıyor.
Mirrors (2008)
Çok radikal bir film değil ama, konusu itibariyle klişe de değil. Aslında uzakdoğu filmlerinden pek hoşlanmam istisnalar dışında. Ama Missing Call, Ring, The Eye gibi türünün üst kesim korku örneklerinin arasına girebilecek bir film olmuş. Sadece uzakdoğu filmleri bazında değil genel olarak bakıldığında da vasatın üzerinde, sürükleyici bir korku filmi olmuş.
Yönetmen farkı ortaya çıkmış filmde. Aslında riskli bir senaryo. Sıradan bir yönetmenin elinde film mundara da dönebilirmiş. İyi işlenmiş bir yapım yani. Neyse. Film güzel. İmkan yakalarsanız, zaman kaybı olmaz diye düşünüyorum.
Bir de filmi izledikten sonra bir süre aynalardan uzak durabilirsiniz.
Ümit Özat & Mondragon
Dün Ümit Özat'ın sahada kalp krizi geçirmesini herkes yazdı, geçmiş olsun diledi. Gerçekten görüntülerden de anladığımız kadarıyla fena bir durumdu. Ben de atlatılan bu ciddi durum için geçmiş olsun diyorum. Benim dikkatimi çeken bir başka konu da Mondragon'un bu duruma verdiği samimi tepkiler oldu. Bu olayın da dışında, Mondi hayatımda gördüğüm en karakterli topçulardan biridir.
Eric Cantona
Büyük ustayı tanımayan yoktur sanıyorum. Elimde şöyle bir videosu durur yıllardır, yeni aklıma geldi koymak. Yıl 96, rakip Sunderland. Böyle bir gol, daha da önemlisi böyle karizmatik bir gol sevinci olamaz. French Nobility.
29 Ağustos 2008 Cuma
2008 UEFA Super Cup
Maçtan önce veya hayatımda geride kalan yılların herhangi bir gününde birisi Zenit'in Manchester United'ı domine edeceğini söylese dikkate almazdım heralde. "Olabilir" der geçerdim. Gerçek şu ki; Zenit, United'a çok iyi hazırlanmış. Tamamen maça kendini adayıp öyle çıkmışlar. Ara ara dönemler dışında kontrolü elinde bulunduran taraftı. Çok daha iyi bir mücadele çıkarıp 2 golü buldular. Hakeden kazandı. Bir Manchesterlı olarak üzülsem de, geçen seneki doygunluğumdan dolayı pek üzülmedim.
Bu arada Scholes'un elle attığı gol de tarihte "elle atılmış en güzel goller" listesinde zirveye oturabilir. Tabii gol bu kadar güzel olunca hakem yemedi ve 2. sarıdan attı efsaneyi.
Tarantino Kanaltürk'te
Kanaltürk kanalında yayınlanan bir sinema programı varmış Sinema Sevgilim adında. Hiç izlemedim, bilmiyorum ama bunca zaman böyle bir programdan haberdar olamadığım için pişmanım. Neyse hatanın neresinden dönersen kârdır demişler ya, ben öyle bir yerden dönüyorum ki, bu bana yarın acayip bir ciro olarak dönecek.
Programın bu haftaki, yani yarınki (30 Ağustos, Cumartesi) bölümü, Quentin Tarantino'ya özel olacakmış. Tamamen QT'nin mercek altına alınacağı bir bölüm. Röportajlar, hayat hikayesi vs... Programın önemli sinema kişilerinden oluşan kadrosu Tarantino'nun bilinmeyen yönlerini deşifre edeceklermiş. Tam da zamanında öğrendim yani programı. Tarantino'yu Türk televizyonunda en son NTV'nin bir belgeselinde izlemiştim, beğenmemiştim. Sinema yönüne hiç değinmeyip, sadece özel yaşantısından bahsetmişlerdi. Bakalım bu nasıl olacak...
Program yarın ve her Cumartesi öğlen 12'de.
MotoGP: Italy
İtalya Grand Prix'i bugünkü ısınmalarla başladı. Yarın sıralama turları, Pazar günü de yarış. Lider Rossi ile Stoner arasındaki fark 50. Bu yarış artık, ya herro ya merro. Ya Rossi farkı iyice açıp iyiden iyiye şampiyonluğun kapısını açacak, ya da Stoner farkı kapayıp birazcık umutlanacak.
Piste bakıldığında, İtalya Rossi'nin evi tabii. Şampiyonluğa da bu kadar yaklaşmışken burada birincilikten başka birşey düşünemez. Bildiğim kadarıyla İtalya, MotoGP'nin en hızlı ortalamaya sahip pislerinden biri. Özellikle finish düzlüğü, galiba tüm pistler arasında en uzun düzlük. 315-320 km görülebiliyor. Çok hızlı bir pist olması Stoner'ın yararına, muhtemelen sıralama turlarında yine 1. olacaktır. Ama yarış sırasında işler değişebilir çünkü çok hızlı olmasına rağmen, hem süratin çok fazla olduğu hem de virajın olduğu yerler de var. Yani tam Rossi'nin sevdiği şey, süratli ama keskin virajlar... Bakalım ne olacak.
Pazar, 14:50, NTV, canlı. Ben kaçırmak zorundayım, bari siz kaçırmayın
Kategori:
Diğer Sporlar
Michael Skibbe
Geldiğinden bu yana sürekli şüpheler vardı insanların aklında. Ön eleme maçlarındaki tercihleri de şüphe duyanları destekler nitelikteydi. Yani şimdiden yargıda bulunmak istemiyorum ben, bulunmayacağım da henüz ama ön elemenin kaybedilmesine rol oynadı bence. Bu ayrı, bir kenarda dursun.
Takımı tanıdıkça, hatalarını gördükçe daha iyi hale gelir mi bilmiyorum. Sonuçta Leverkusen gibi Bundesliga'nın iyi takımlarından birinde kovulmadan 3 yıl geçirmiş, Alman Milli Takımı'nın da teknik ekibinde bulunmuş bir adam. Sanırım bu kadar derin bir kadroya sahip olmak onu germiş. Tabii çok kısır kadroya sahip olmak felaket birşeydir ama çok geniş kadronun da tatlı bir zorluğu vardır. Skibbe bunu yaşıyor sanki. Herifin Leverkusen kariyeri boyunca en önemli hücum gücü Kiessling iken şimdi Arda, Kewell, Lincoln, Nonda, Hasan, Ümit, Baros gibi hangisini oynatacağını bilemediği adamlar var. Bu kadar bolluğun içinde kimi, nerede oynatacağına karar vermekte zorluk çekiyor. Tabii bu kadar bolluk içinde sağ bek olmaması da ayrı bir zorluk onun için. Umuyorum ki kadroyu, ortamı daha da tanıdıkça bu sorunların üstesinden gelir.
Ayrıca duruşunu, konuşmalarını ve karizmasını çok beğeniyorum. Asil bir hali var. Teknik adam olabilmek için yeterli değil bu ama iyi bir teknik adamda olması gerekir bence. Mesela aynı karizma Lucescu ve Terim'de falan da var. Ama Kalli'de, Zico'da veya Aragones'te yok mesela. Tabii bu sadece benim için kişisel bir öngörü. Yoksa "Lucescu gibi hocam olsun, dilenci kılıklı olsun" yani.
UEFA serüveni
Kuralar çekildi. Galatasaray'a çıkan AC Bellinzona için ne yazılır bilemiyorum. Deplasmanda 3-0, Samiyen'de 4-0'dan başka skor kurtarmaz. İlk maç 18 Eylül'de olduğu için o zamana kadar herşeyiyle hazır olacak Galatasaray artık. Mazaret de olamaz. İlk maçın da deplasmanda olması avantaj. Geçen seneki grup rezilliği yaşanmaz umarım.
Aynı şekilde Beşiktaş'ın rakibi Metalist Kharkiv için de diyecek birşey yok. GS için söylediklerimin aynısı geçerli. İnşallah bir kaza yaşamazlar. Yalnız Kayseri'nin işi zor, PSG çıktı. Sanırım eleyemeyecekler. Hayırlısı..
Avrupa gecemiz #5
Fener'in kura çekimleriyle başladı. Arsenal, Porto, Kiev üçlüsünü kısaca değerlendirmek gerekirse, bence iyi bir kura çekilmiş. Uzun uzun yazılacak bir durum yok. Zaten eskisi gibi takımlar arasındaki büyük farklar da yok. Ama eminim ki tüm taraftarın memnun olduğu bir gruba düştü Fener.
Beşiktaş da Manisa Çarpıpazarspor'a 4 gol atarak ilk tura geçti. Tebrik ediyorum. Heheh aman Beşiktaşlılar alınmasın, şaka yapıyorum tabii ama zaten Beşiktaş'ın çok çok altında bir kaliteydi Siroki. Az bile attı Beşiktaş.
Yarın da Cimbom'un UEFA rakiplerini değerlendiririm, belli olunca.
Avrupa gecemiz #4
Avrupa gecemiz #3
Avrupa gecemiz #2
Avrupa gecemiz #1
28 Ağustos 2008 Perşembe
Fleshmap
Grafiğin ne olduğunu tahmin edebildiniz mi? Fleshmap of Songs denilen olay, şarkıların konu aldığı şeylerin yoğunluğuna göre bir çizelge. Yani; Hangi şarkı türü, şarkı sözlerinde en çok neyden bahsediyor? Hiphop'a bakınca anlamak daha da kolaylaşıyor zaten. Olay gerçek istatistikleri içeriyor. Resme tıklayıp, büyük halini inceleyebilirsiniz.
Kategori:
Kültür-Sanat
Join Jason for a Death Race
Resimdeki adam sinemanın en sevdiğim yüzlerinden biridir. Önce Transporter, The Italian Job, sonra Crank filmleriyle başladı sempatim. Snatch'te oynadığı "Turkish" rolü de var tabii. Son olarak da War ve The Bank Job'ta döktürdü.
Şimdi de Death Race.. Yukardaki resim zaten baştan insanın ilgisini çekiyor. Zaten bu adamın her filmini gözüm kapalı izlerim. Bir de aşağıdaki trailer'da görüldüğü gibi hareketli, güzel bir filme benziyor. Türkiye'de 26 Eylül'de giriyormuş vizyona.
Kendisinin önümüzdeki yıllarda gösterime girecek olan Transporter 3, Crank 2: High Voltage ve The Brazilian Job gibi devam niteliğindeki filmleri de var bu arada. Özellikle Italian Job'tan sonra, Brazilian Job'ın nasıl olacağını merak ediyorum.
Türkiye'de "Spor" Basını
"Kewell'ın havuz sefası, Guiza'nın eşi, Baros'un "şok" fotoğrafları... Sahi, olimpiyatlarda neden yokuz biz?
Magazin basını bile insanların özel hayatını bu kadar seviyesizce izlemiyor. Spordan habersiz bir spor basınımız var. Sonra da ortaya "ahlak" timsali gibi çıkarlar."
Magazin basını bile insanların özel hayatını bu kadar seviyesizce izlemiyor. Spordan habersiz bir spor basınımız var. Sonra da ortaya "ahlak" timsali gibi çıkarlar."
- Aşkın Demir (bir GS forumundan)
Facebook: The Movie
José Joaquín Moreno Verdú
Fenerbahçe'nin aylardır beklenen ön libero transferi açıklanmış. Josico. Kendisi hakkında çok bilgim var desem yalan olur, ama bilinen birşey var ki Xabi Alonso, Senna, Albelda'lardan sonra taraftarı hiç tatmin etmeyecek bir adam alındı. Gerçi "Cimbom taraftarı tatmin edecek adamlar alıyor da n'oluyor?" diyene "henüz" verilebilecek bir cevap yok. Umarım UEFA'da bulunur cevabı.
27 Ağustos 2008 Çarşamba
Biz eskiden... #11
Biz eskiden üzerinize afiyet, biraz sapıktık. Show TV'de kırmızı noktalı filmler izlerdik, Tutti Frutti'ler ilerdik, Cine 5'te şifreli filmler izlerdik...
Çocukluk döneminin gizemi olmuştur hep; cinsellik, kadınlar, çıplaklık, sevişmek... Ve bu gizemi ortadan kaldırmak tüm çocukların içinde dayanılmaz bir istektir. Bunun dönemle, bireyle falan alakası da yok, tamamen yaratılışla, doğanın dengesiyle alakalı... İşte çocukluk dönemimizde bu gizemi kaldırmamıza yardımcı olan 3 temel faktör vardı bir zamanlar. Şimdi hiçbiri kalmadı, zaten bu da işin değerini arttırıyor.
Şimdi o 3 temel faktör de aslında yüzlerce ayrı kola ayrılıyordu ama, esas olayımız Kırmızı Noktalı Filmler, Tutti Frutti ve Cine 5 Erotik Film Kuşağı üçlüsüydi. Tabii hepsi gece 12'den sonra yayınlanırdı. Anne babaların uyuması ya da başka odaya geçmesi beklenir, kumandaya davranılırdı. Anneler değil de, özellikle çoğu babalar bunun farkında olurdu. Ama biz bunun farkında olmazdık tabii o zamanlar. Bir sabah, kahvaltıya uyanamıyışımın babam tarafından "gece kırmızı noktalı film mi seyrettin len?" diye karşılanacağını hiç tahmin etmezdim. Herif biliyormuş meğer. Tabii o zamanlar belki de 5-6 yaşındayız.
Hangisinden başlamak gerek bilmiyorum. En klasiğinden başlayayım, kırmızı noktalı filmlerden. O zamanlar böyle bir tabir vardı, "kırmızı noktalı film". Show TV sağolsun, çok yardımı dokundu bu konuda. Bildiğiniz ulusal kanal, erotik olmasa da "soft erotic" diye tabir edebileceğimiz cinsel içerikli filmler yayınlıyordu. Bu zamanlarda hayâl tabii böyle birşey. Gerçi şimdi ihtiyaç da yok. İnternet, CD'ler vs... Her neyse, konuya dönelim. Filmler bildiğiniz erotik filmlerin biraz daha "light" haliydi. Yani çırılçıplaklık ya da haldur huldur sevişme yoktu ama sevişme üzerine kurulu bir filmdi. Gece 12'den, yarımdan sonra falan başlardı, resimde görüldüğü gibi filmin sağ alt köşesinde kırmızı bir nokta olurdu, filmin sakıncalı olduğunu belirtmek için. Biz de afiyetle izlerdik.
Bir diğer faktör de efsane televizyon programı.. Tutti Frutti, bir erkeğin çocukluğundaki ilk anılarını oluşturan, bazı konularda ilk deneyimlerini yaşatan ve duydukça akla getiren programdır. Aslında bir yarışma programıdır. İşin ayrıntısına girmeyeceğim, açıkçası tam olarak da hatırlamıyorum. Çünkü içerdekiler uyanmasın diye hep sesini kısarak izlediğimden, yarışmanın konusunu da bir türlü tam olarak kavrayamamıştım. Bir sürü seksi hatun, sorulan sorular, meyveler, meşhur çin çin dansı, soyunma fasılları ve ablaların memeleri... Ablalar da ablaydı ama, aşağıdaki resimde görüldüğü üzere..
Ayrıca hiç izlememiş olanlar için burada kısa bir videosu var. Tabii bu videoda görülen ablanın memeleri ineği andırsa da, o zamanlar bize Scarlett Johansson memesi gibi geliyordu. Gerçi bu kadar kötüsü de yoktu, bunu nereden buldularsa...
Ve Cine 5 efsanesi tabii ki. Şu zamanlarda sıradan bir kanal olan Cine 5, o zamanların DigiTürk'üydü. Tek şifreli platformumuzdu. Evde Cine 5 dekoderi olmasa bile her televizyonda Cine 5 kanalı olurdu ama şifreli şekilde. Şimdi nasıl anlatacağımı bilemediğim bir sansür olurdu tüm ekranda. Ses de cızır cızır şeklinde olurdu. Tüm lig maçları da oradan yayınlanırdı. Gün içinde genelde filmler, maç günleri 4 büyüklerin maçları ve her gün gece 12'den sonra Erotik Film Kuşağı. Bu erotik filmler yüzünden gözler şifre çözücü gibi olmuştu bir süre sonra. O şifreli görüntünün arkasında ne olduğunu anlayabiliyorduk artık. Tabii oturup zevkle izleyemiyorduk, ama çok zorlarsak gözleri, nelerin olduğunu anlayabiliyorduk. Özellikle maçlarda goller falan anlaşılabiliyordu.
Show TV'de hafifletilmiş erotik filmler olurdu dedim ya, Cine 5'te direkt gerçek erotik filmler oluyordu. Yani bildiğiniz çırılçıplak hatunlar falan.. İşin güzel yanı; gece 12 civarı, kuşağın ilk filminin ilk 2-3 dakikasını şifresiz, normal kanal gibi veriyorlardı. Tabii ilk 2-3 dakikada malum işe geçilmemiş oluyordu ama en azından çırılçıplak ablalarımızı, teyzelerimizi izleyebiliyorduk. Gözümüz gönlümüz açılıyordu.
İşin benim için en cıfcıflı bölümü 7-8 yaşlarındayken falan başlıyordu. O zamanlar üst teknoloji olduğu için eve Cine 5 bağlatmak çok pahalıydı. Bu zamanki spor paketlerinin falan 3-5 katıydı belki de. Ama babam maçları izleyebilmek için eve sonunda Cine 5 dekoderi almaya karar vermişti. Ondan sonrasını anlatmaya gerek yok sanırım. Uygun olan her gece mesaisine kalıyordum. Haftasonları da maç izlemek için kahvehane dumanı çekmek zorunda da kalmıyordum.
Ehh, böyleydi işte. Tahminen yaşı 16-30 civarı herkes benzeri şeyleri yaşamıştır. Yaşamamış ise biyolojik problemleri olabilir. Hey gidi günler.. Anne-baba uyuyacak da bir göt, iki meme göreceğiz diye şekilden şekile girerdik valla. Şimdi öyle mi, uyduda 24 saat porno yayın yapan kanallar bile var. Ama onun zevki de ayrıydı be..
* * *
Biz eskiden... Arşiv: #10 | #9 | #8 | #7 | #6 | #5 | #4 | #3 | #2 | #1
Kırmızı Noktalı Filmler ve Dahası...
Çocukluk döneminin gizemi olmuştur hep; cinsellik, kadınlar, çıplaklık, sevişmek... Ve bu gizemi ortadan kaldırmak tüm çocukların içinde dayanılmaz bir istektir. Bunun dönemle, bireyle falan alakası da yok, tamamen yaratılışla, doğanın dengesiyle alakalı... İşte çocukluk dönemimizde bu gizemi kaldırmamıza yardımcı olan 3 temel faktör vardı bir zamanlar. Şimdi hiçbiri kalmadı, zaten bu da işin değerini arttırıyor.
Şimdi o 3 temel faktör de aslında yüzlerce ayrı kola ayrılıyordu ama, esas olayımız Kırmızı Noktalı Filmler, Tutti Frutti ve Cine 5 Erotik Film Kuşağı üçlüsüydi. Tabii hepsi gece 12'den sonra yayınlanırdı. Anne babaların uyuması ya da başka odaya geçmesi beklenir, kumandaya davranılırdı. Anneler değil de, özellikle çoğu babalar bunun farkında olurdu. Ama biz bunun farkında olmazdık tabii o zamanlar. Bir sabah, kahvaltıya uyanamıyışımın babam tarafından "gece kırmızı noktalı film mi seyrettin len?" diye karşılanacağını hiç tahmin etmezdim. Herif biliyormuş meğer. Tabii o zamanlar belki de 5-6 yaşındayız.
Hangisinden başlamak gerek bilmiyorum. En klasiğinden başlayayım, kırmızı noktalı filmlerden. O zamanlar böyle bir tabir vardı, "kırmızı noktalı film". Show TV sağolsun, çok yardımı dokundu bu konuda. Bildiğiniz ulusal kanal, erotik olmasa da "soft erotic" diye tabir edebileceğimiz cinsel içerikli filmler yayınlıyordu. Bu zamanlarda hayâl tabii böyle birşey. Gerçi şimdi ihtiyaç da yok. İnternet, CD'ler vs... Her neyse, konuya dönelim. Filmler bildiğiniz erotik filmlerin biraz daha "light" haliydi. Yani çırılçıplaklık ya da haldur huldur sevişme yoktu ama sevişme üzerine kurulu bir filmdi. Gece 12'den, yarımdan sonra falan başlardı, resimde görüldüğü gibi filmin sağ alt köşesinde kırmızı bir nokta olurdu, filmin sakıncalı olduğunu belirtmek için. Biz de afiyetle izlerdik.
Bir diğer faktör de efsane televizyon programı.. Tutti Frutti, bir erkeğin çocukluğundaki ilk anılarını oluşturan, bazı konularda ilk deneyimlerini yaşatan ve duydukça akla getiren programdır. Aslında bir yarışma programıdır. İşin ayrıntısına girmeyeceğim, açıkçası tam olarak da hatırlamıyorum. Çünkü içerdekiler uyanmasın diye hep sesini kısarak izlediğimden, yarışmanın konusunu da bir türlü tam olarak kavrayamamıştım. Bir sürü seksi hatun, sorulan sorular, meyveler, meşhur çin çin dansı, soyunma fasılları ve ablaların memeleri... Ablalar da ablaydı ama, aşağıdaki resimde görüldüğü üzere..
Ayrıca hiç izlememiş olanlar için burada kısa bir videosu var. Tabii bu videoda görülen ablanın memeleri ineği andırsa da, o zamanlar bize Scarlett Johansson memesi gibi geliyordu. Gerçi bu kadar kötüsü de yoktu, bunu nereden buldularsa...
Ve Cine 5 efsanesi tabii ki. Şu zamanlarda sıradan bir kanal olan Cine 5, o zamanların DigiTürk'üydü. Tek şifreli platformumuzdu. Evde Cine 5 dekoderi olmasa bile her televizyonda Cine 5 kanalı olurdu ama şifreli şekilde. Şimdi nasıl anlatacağımı bilemediğim bir sansür olurdu tüm ekranda. Ses de cızır cızır şeklinde olurdu. Tüm lig maçları da oradan yayınlanırdı. Gün içinde genelde filmler, maç günleri 4 büyüklerin maçları ve her gün gece 12'den sonra Erotik Film Kuşağı. Bu erotik filmler yüzünden gözler şifre çözücü gibi olmuştu bir süre sonra. O şifreli görüntünün arkasında ne olduğunu anlayabiliyorduk artık. Tabii oturup zevkle izleyemiyorduk, ama çok zorlarsak gözleri, nelerin olduğunu anlayabiliyorduk. Özellikle maçlarda goller falan anlaşılabiliyordu.
Show TV'de hafifletilmiş erotik filmler olurdu dedim ya, Cine 5'te direkt gerçek erotik filmler oluyordu. Yani bildiğiniz çırılçıplak hatunlar falan.. İşin güzel yanı; gece 12 civarı, kuşağın ilk filminin ilk 2-3 dakikasını şifresiz, normal kanal gibi veriyorlardı. Tabii ilk 2-3 dakikada malum işe geçilmemiş oluyordu ama en azından çırılçıplak ablalarımızı, teyzelerimizi izleyebiliyorduk. Gözümüz gönlümüz açılıyordu.
İşin benim için en cıfcıflı bölümü 7-8 yaşlarındayken falan başlıyordu. O zamanlar üst teknoloji olduğu için eve Cine 5 bağlatmak çok pahalıydı. Bu zamanki spor paketlerinin falan 3-5 katıydı belki de. Ama babam maçları izleyebilmek için eve sonunda Cine 5 dekoderi almaya karar vermişti. Ondan sonrasını anlatmaya gerek yok sanırım. Uygun olan her gece mesaisine kalıyordum. Haftasonları da maç izlemek için kahvehane dumanı çekmek zorunda da kalmıyordum.
Ehh, böyleydi işte. Tahminen yaşı 16-30 civarı herkes benzeri şeyleri yaşamıştır. Yaşamamış ise biyolojik problemleri olabilir. Hey gidi günler.. Anne-baba uyuyacak da bir göt, iki meme göreceğiz diye şekilden şekile girerdik valla. Şimdi öyle mi, uyduda 24 saat porno yayın yapan kanallar bile var. Ama onun zevki de ayrıydı be..
* * *
Biz eskiden... Arşiv: #10 | #9 | #8 | #7 | #6 | #5 | #4 | #3 | #2 | #1
Kategori:
Hatun,
Ivır Zıvır,
Makale / Uzun Yazı,
TV
Avrupa gecemiz #4
Gececi olduğumdan iki maçı da izleyemedim tabii. Yalnız Galatasaray maçının skoru ve özetleri beni şok etti. Yazıklar olsun yani. Bu kadar hedefe, yapılan transfere, dökülen paralar yazık. Arsenal falan gelseydi ne olacaktı acaba? Artık "Kaderde Kadiköy'de UEFA Kupası'nı kaldırmak da varmış" türü cümleleri sık duyacağız galiba.
Yalnız Kewell, Baros gibi gelmelerinde Şampiyonlar Ligi'nin büyük payı olan oyuncular için kötü bir durum. Yönetim de eminim, bu oyuncular alınırken Şampiyonlar Ligi'ne gidilecek garantisini vermiştir. Onların da işleri zor.
Fener için diyecek çok fazla şey yok. Zaten izlemeden yorum yapıyorum ama, hiçbir şey yazmamak da olmazdı. Sonra dedikodu çıkmasın, Cimbom elendiği için yazmıyor diye. Heheh. Neyse. 2-1'den sonra biraz terlemelerine rağmen aslan gibi 2 golü atıp işi bitirmişler. Helal olsun. İnşallah geçen senekinden daha da ileriye gidip, ülkenin ismini tekrar duyururlar....
Avrupa gecemiz #3
Avrupa gecemiz #2
Avrupa gecemiz #1
Şeytanın Pabucu
Magazin dünyasında daha çok "Fatih Ürek, Aysun Kayacı'yı öpecek mi?" veya "Aysun öptürür mü?" şeklinde geçti filmin mevzusu. Malzeme işte, klasik. Yani filmin vizyona girmesine birkaç ay kala yeterli reklamı yaptılar bile.
Ben de izleyeceğim filmi. Ama bu reklamla hiçbir alakası yok. Aysun'un olduğu her filmi, diziyi, programı zaten izlerim. Büyük sempatim var kendisine. Fena halde seksi olmasının payı var mı derseniz, evet var. Ama sadece o değil. Sarışınlığından da gelen aptal olduğu konusunda düşünceler de tamamen kendisini tanımamaktan kaynaklanıyor. Kendisi Türk televizyonlarında çok zeki diye bilinen birçok kişinin hiç haberi olmayan konulardan dahi uzun uzun bahsedebilecek kadar birikime sahiptir. Bunu birçok defa kanıtladı zaten NTV'deki programda. Ha "çoban" falan gibi çok konuşulan gaflar da yaptı ama, bunlar televizyon için birer gaf. Haksız olduğu için değil...
Neyse Aysun'u yağlama paragrafını geçiyorum. Fatih Ürek'i de severim bu arada. Yalnız bu "sevmek" yaptığı mesleği sevmek veya kendisini sevmek, takip etmek falan değil, sempatim var işte. Son iki tuhaf şarkısıyla zaten acayip sempati topladı. Film de 5 Aralık'ta, AROG ile aynı gün vizyona giriyormuş. Gideriz, ikisini üst üste çakar geliriz.
Avrupa gecemiz #3
Hayatımın en tuhaf günlerinden biri olacak. Bugün akşamcı çalışacağım için, ilk kez Galatasaray'ın bir Avrupa maçını seyredemeyeceğim. Tabii Fenerbahçe maçını da.... Ve o an maçları düşünürken iş veririmimin nasıl olacağını Allah bilir. Ayrıca 2 maçtan da telefonuma gelecek bir gol haberi, davranışlarımda büyük farklılık yaratacaktır. Allah hem benim, hem müşterilerimin, hem de takımlarımızın yardımcısı olsun.
Avrupa gecemiz #2
Avrupa gecemiz #1
Puro keyfi
Ne demişler? Kötü alışkanlıklar, kötü arkadaşlıklardan doğarmış. Neyse, aldığı altın madalyadan dolayı affedebilirim. Sen NBA şampiyonluğunu da al da, istersen canlı yayında şırıngayla damardan alırsın, o zaman kimse birşey demez. Hatta malzemeciye üçlü bile sardırabilirsin.
Kategori:
Basketbol,
Foto,
Ivır Zıvır
Girls and Video Games
GameGirl.com bir oyun sitesi. Kısa bir süre önce bir yerde görüp dolaşmaya başlamıştım, kendimi siteye iyice kaptırmış buldum. Diğer siteleri de kapamıştım. Şimdi nerde gördüğümü de hatırlamıyorum. Neyse mühim olan bu değil zaten.
GameGirl.com, işleyiş olarak diğer oyun sitelerinden farklı değil aslında ama olayı biraz farklı. Oyun dünyası konusunda gerçekten güncel kalan ve yazarlarının genelde hatunlardan oluştuğu bir oluşum. Böyle olunca da insan hiç okumayacağı şeyleri okuyor. Tavsiye ederim. İngilizce konusunda probleminiz yoksa ve oyunlara da meraklıysanız eminim kendinizden birşeyler bulacaksınız.
Girls and Video Games: What More Do You Need?
26 Ağustos 2008 Salı
"Ben demiştim"
Peşin peşin söylüyorum; Bu, son derece yüzsüzce atılan bir "ben demiştim" mesajıdır. Hiçbir şeyden haberim yokken, daha doğrusu kimsenin haberi yokken, 1.5 ay önce şöyle bir post atmıştım. BKM Mutfak oyuncusu Oğuzhan Koç'tan bahsedip, kendisinin ne kadar iyi bir müzisyen olduğundan falan bahsetmiş, Gül Ki Sevgilim adlı parçasını koymuştum.
Aradan 1.5 ay geçti ve şimdi şarkıyı Kral TV kliplerinde Ferhat Göçer'in ağzından dinliyoruz. Belli ki basmış bin dolarları, almış Oğuzhan Koç'tan. Ama hiç şüphe yok ki, malesef şarkıyı Oğuzhan çok daha iyi söylüyor.
Ferhat Göçer böyle söylüyor, Oğuzhan ise böyle.
Kategori:
Kültür-Sanat
Vecize #5
Ceza Mahkemesi @ Kanal D
Sanırım hafta içi hergün programına dahil. Ben gece 3 gibi, tekrarlarına denk geldim iki kez üst üste. Değişik birşey olduğu için de izledim, ister istemez.
Olay şu, bir mahkeme ortamı kurmuşlar. Yargı karakterleri gerçekte de mesleklerini icra eden insanlar, diğer karakterlerse oyuncular. Gerçekte yaşanmış dava olaylarını canlandırıp, yayın yapıyorlar. İyi bir kurgu, Türkiye'de iş yapar.
Yalnız oyunculuklar çok kötü. O kadar yapmacık ve itici tepkiler veriliyor ki izlerken insan bir tuhaf oluyor. Bu sorunu aşarlarsa hiç fena değil bence.
http://www.dizimanya.com/ceza-mahkemesi-tanitim-izle
Mehmet Demirkol & Uğur Meleke
Klasik bir övgü yazısı değil bu, tam tersi eleştri yazısı. Futbol Kulübü'nün iki yorumcusu.. İkisi de saygı duyduğum ve tüm görüşlerini fazlasıyla dikkate aldığım adamlar. Ayrıca Rıdvan'la birlikte dinlemekten en zevk aldığım futbol adamları. Gerçi çok ayağa düştüler, birkaç yerde yorumculuk yapmaya başladılar, daha ağırdan almalarını isterdim ama işin ucunda para olunca işler değişiyor. Neyse sonuçta futbol kafaları değişecek değil, her türlü dinlerim.
Özellikle Demirkol eksenli sıkıntılarım var programla alakalı. Çok güzel, sade ve doğal bir futbol muhabbeti yapılıyor programda, 3 kişi tarafından da. Meleke kadar efendi adam az gördüm. Söz verilmeden hayatta konuşmayan, biri konuşurken ne olursa olsun araya girmeyen, futbol konusunda konuşurken zaten mest eden acayip bir adam. Yalnız şu Demirkol'un herşeye yorum yapma hevesi, her lafın arasına dalma isteği rahatsız edici konuma gelebiliyor. Meleke konuşuyor, bir fikrini söylerken tak diye araya girip bir ekleme yapıyor. Bu sırada Meleke'nin mimiklerinden, gözünü bir anlık kapayışından anlıyoruz ki, o da rahatsız oluyor bu durumdan. Ve defalarca Demirkol aynı şeyi yapıp, Meleke aynı şekilde mimiklerle karşılık verip, yine de bozmadan devam ediyor.
Aslında futbol programlarında sadece Meleke gibi adamlar da sıkıcı olabilir, evet. Hiç tartışmaya mahal vermeyen yorumcu tipi de çok cazip değil, ama bir anlaşmaya varılması lazım ikili arasında. Ya Meleke de aynı şekilde dalacak muhabbetlere, ya da özel olarak konuşacak Demirkol ile böyle böyle diye. Meleke'nin sözü her kesilişinde o gözünü kapayışındaki mimik beni ekran başında bile rahatsız ediyor. Tabii yorumcu ikilisi Demirkol ile Meleke olunca beklenti de artıyor, o yüzden minicik şeylere karşı bile hassaslaşıyoruz. Ülkede pek yok çünkü böyle program, alışık değiliz. Heheh şımarıyoruz biraz.
Uğur Meleke'yi üzmeyin ulan!
Ana Lucia Cortez
Lost'un Ana Lucia Cortez'i Michelle Rodriguez, 5. sezonda diziye geri dönüyormuş. Duyunca benim de kafam karıştı, "gömülen insan nasıl geri döner?" diye. Yalnız, sadece bu bilgiyi sızdırıp, ayrıntısını diziye bırakmışlar.
Söz konusu dizi Lost olunca hiçbir şeye şaşırmamak gerek tabii. Artık bir flashback oyunu mu yaparlar, rüya falan mı karıştırırlar bilmiyorum...
Bu arada dizide şu ana kadar en tuttuğum karakterlerden biridir Ana Lucia.
Milan Baros
Baros imzayı attı. Beğenmeyen var, ne olacağı belli değil diyen var.. Yahu beklentiler ne kadar çok yükselmiş, nedir bunun kaynağı? Geçen sene 2. UEFA kupasını mı aldı Cimbom? Baros da, tıpkı Kewell ve Meira gibi büyük bir transfer başarısıdır.
Cimbom sonuçta Fernando Torres'i alacak değildi. Elbet biraz riskli adam alacak. Tamam son zamanda formsuz ama, zaten çok formda olsa Türkiye'de ne işi var? İsmi var çünkü sonuçta. Biraz formda olsa Milan Sheva yerine O'nu kapardı GS'dan önce. Ama alınan adam Milan Baros yahu. Sadece 27 yaşında ve bütün dünyanın tanıdığı bir forvet, 3 yıllığına bonservisiyle alınmış durumda. Liverpool görmüş adam, Lyon'un sahip olduğu adam..
"Türk futboluna hayırlı olsun" diyorum. Türk futbolunun ne kadar hedef büyüttüğünün göstergesi. Gelen, gelmesi gündemde olan isimlere bakın; Güiza, Senna, Xabi Alonso, Kewell, Baros... Hey yavrum hey.
25 Ağustos 2008 Pazartesi
Shumpert, Efes, Beşiktaş
Yazacağım şey aslında direkt Shumpert'la ilgili değil. Shumpert girişli, Efes'e bağlanan ve Beşiktaş kaynaklı bir yazı. Neyse.. Kendisi 2 yıllığına Efes Pilsen'le imzalamış, bunu zaten bu sabah resmi olarak öğrendik.
Efes Pilsen, koç Ergin Ataman'dan sonra, Shumpert'i de Beşiktaş'ın elinden alarak, diğer eklentilerle birlikte harika bir kadro oluşturdu, yeni sezon için. Yalnız Esas olay Beşiktaş'ta. Resmen Efes sömürdü Beşiktaş'ı. Beşiktaş dımdızlak kaldı ortada. Elde ne var, ne yok kaybetti. Geçen sezonun lider ve yarı final oynayan takımı, en önemli 2 parçasınu bir anda kaybetti. Kaya, Nicevic de gitti. Apodaca'nın da gideceği söyleniyor. Ki onlar de ilk beş oyuncuları...
Şimdi burada yönetimi suçlamamak mümkün değil. Ne olursa olsun. Tamam, Shumpert konusunda yönetimin çaresiz olduğunu duymuştum. Beşiktaş geçen sene aldığının 2 katını teklif etmiş ama Shumpert yine de gitmek istemiş. Belli ki Efes'te, Ataman'la birlikte çalışmayı kafasına koymuş. Ki yine işin ucu Ataman'ın gidişine, oradan da yönetime bağlanabilir illa ki.. Shumpert konusunda yönetimde sorun olmasa dahi, her ne olursa olsun bir yönetimin sezonu rahat lider tamamlayan, playofflar'da da yarı final yapan bir takımın iskeletini koruması gerekirdi. Aksi şekilde gelişen her olay yönetim başarısızlığına bağlanabilir.
Yeni oluşturulacak takım çok iyi bile olsa, yine de kalitesi artan basketbol ligimizde aynı başarıyı yakalamak çok zor olacak. Yazık oldu.
Futbol Kulübü
Ulan valla Aceto hatırlatmasa unutuyordum, Allah razı olsun. Ben öğrendim, bilmeyenler için de belirteyim dedim. Ayrıca programı hiç izlememiş olanların da gerçek bir futbol programını izlemelerini sağlayıp büyük sevaba giriyorum..
Akşam üzeri durduk yerde bir anda mutluluk kapladı içimi. "Ülkenin en iyi futbol programı" bu akşamdan itibaren başlıyor. Okay Karacan, Mehmet Demirkol, Uğur Meleke triosu bugünden itibaren her Pazartesi 20:30'da.
Takipçisiyiz.
Biz eskiden... #10
Sadece eski çağın anlatıldığı çizgi filmleri değil (Taş Devri), aynı zamanda 150 yıl sonraki teknolojinin olduğu çağın çizgi filmini de izlerdik.
Jetgiller, zamanın en gözde çizgi filmlerindendi. Zaten o zamanlar Top 5 çizgi film listesi Taş Devri, Jetgiller, Tom ve Jerry, Road Runner, Tazmanya şeklindeydi. En azından benim için... Şirinler falan biraz daha sonranın gündemiydi sanırım.
Çizgi filmde anca 2250 yılında falan olabilecek inanılmaz bir teknoloji vardı. Uzay çağı olayları. Zaten olay Satürn'de geçiyordu yanlış hatırlamıyorsam. Jetsons ailesini konu alıyordu. Aynı Çakmaktaşlar gibi onların da bir hayatı, düzeni ve arkadaşları vardı. Zaten Jetsons'ın Türkçe'de Jetgiller'e çevrilmesi de bir çeviri efsanesidir. Neyse heheh.
Jetgiller ailesi, baba George, anne Jane, küçük erkek çocuk Elroy ve genç abla Judy'den oluşuyordu. Köpekleri de vardı ama adını hatırlamıyorum. Bir de üstün yetenekli robotları Rosie. Tabii öyle bir robot ki; her işe karışır, sürekli başını belaya sokar, duygusaldır bir de, sırf problem. Sözde problem çözücü olacak. Çizgi filmde herkes her yere, uçan uzay araçlarıyla gidip geliyorlardı. Evlerde ve işlerde inanılmaz teknolojiler vardı. Mesela gece yatmadan önce yatağın ayarlarından hangi rüyayı göreceklerini ayarlayabiliyorlardı. Yemek, temizlik, telefon, televizyon gibi olaylar inanılmaz teknolojiyle işliyordu genelde. Çizgi filmin en ilgi çeken yanı da bunlardı zaten. Havada direklerin üzerinde duran evler, istediğin anda şıp diye seni istediğin yere götüren yürüyen bantlar, hap şeklindeki yemekler, 2 saniyede saçı istenilen şekle ve renge sokan aletler vs..
Aşağıdaki videoda, Türkçe bölümlerden birinden 6 dakikalık bir sahne var...
Aslında dikkatli izlendiğinde Taş Devri ile Jetgiller arasında büyük bir bağ kurabilirsiniz. Olayları ve karakterleri bir inceleyin, George Jetgil denilen adam bariz şekilde Fred Çakmaktaş'ın asırlarca zaman sonraki halidir. Judy de Wilma'nın ta kendisi... Zaten bir bölümde de Çakmaktaşlar ile Jetgiller zaman yolculuğunda karşılaşıyorlardı hatırlarsanız.
Ayrıca, IMDB'ye göre 2009 yılında bir filmi girecekmiş vizyona. Takipçisiyiz.
Jetgiller (The Jetsons)
Jetgiller, zamanın en gözde çizgi filmlerindendi. Zaten o zamanlar Top 5 çizgi film listesi Taş Devri, Jetgiller, Tom ve Jerry, Road Runner, Tazmanya şeklindeydi. En azından benim için... Şirinler falan biraz daha sonranın gündemiydi sanırım.
Çizgi filmde anca 2250 yılında falan olabilecek inanılmaz bir teknoloji vardı. Uzay çağı olayları. Zaten olay Satürn'de geçiyordu yanlış hatırlamıyorsam. Jetsons ailesini konu alıyordu. Aynı Çakmaktaşlar gibi onların da bir hayatı, düzeni ve arkadaşları vardı. Zaten Jetsons'ın Türkçe'de Jetgiller'e çevrilmesi de bir çeviri efsanesidir. Neyse heheh.
Jetgiller ailesi, baba George, anne Jane, küçük erkek çocuk Elroy ve genç abla Judy'den oluşuyordu. Köpekleri de vardı ama adını hatırlamıyorum. Bir de üstün yetenekli robotları Rosie. Tabii öyle bir robot ki; her işe karışır, sürekli başını belaya sokar, duygusaldır bir de, sırf problem. Sözde problem çözücü olacak. Çizgi filmde herkes her yere, uçan uzay araçlarıyla gidip geliyorlardı. Evlerde ve işlerde inanılmaz teknolojiler vardı. Mesela gece yatmadan önce yatağın ayarlarından hangi rüyayı göreceklerini ayarlayabiliyorlardı. Yemek, temizlik, telefon, televizyon gibi olaylar inanılmaz teknolojiyle işliyordu genelde. Çizgi filmin en ilgi çeken yanı da bunlardı zaten. Havada direklerin üzerinde duran evler, istediğin anda şıp diye seni istediğin yere götüren yürüyen bantlar, hap şeklindeki yemekler, 2 saniyede saçı istenilen şekle ve renge sokan aletler vs..
Aşağıdaki videoda, Türkçe bölümlerden birinden 6 dakikalık bir sahne var...
Aslında dikkatli izlendiğinde Taş Devri ile Jetgiller arasında büyük bir bağ kurabilirsiniz. Olayları ve karakterleri bir inceleyin, George Jetgil denilen adam bariz şekilde Fred Çakmaktaş'ın asırlarca zaman sonraki halidir. Judy de Wilma'nın ta kendisi... Zaten bir bölümde de Çakmaktaşlar ile Jetgiller zaman yolculuğunda karşılaşıyorlardı hatırlarsanız.
Ayrıca, IMDB'ye göre 2009 yılında bir filmi girecekmiş vizyona. Takipçisiyiz.
Kategori:
Ivır Zıvır,
Makale / Uzun Yazı,
TV
Bu nasıl kamera şakası?
Belki izleyen olmuştur daha önce, çünkü benim 2. denk gelişim. Ciddi şekilde dişçiye gelen erkek müşterilerin karılaştığı manzara... İyi, güzel, hoş, eğlenceli de.. Böyle bir göğüs olamaz arkadaş. Böyle kemera şakası da... Yazıktır, günahtır o adamlara. Muhtemelen izleyen herkes "ahh ulan be, bana denk gelecek ki böyle bişi.." moduna düşüyor.
Deniz Barış
Yazık oldu adama, çok yazık. Defans ağırlıklı, takoz görünümlü bir stoperdi birkaç yıl önce. Son birkaç yılda kıpırdanmaya başlamıştı ama sakatlıklarla uğraştı falan...
Neyse, bir şekilde geçen sene bir süre oynadı. Özellikle Şampiyonlar Ligi'nde izlediğim Deniz'i o kadar çok beğenmiştim ki, gerçekten beni acayip etkilemişti. "Ulan bu Deniz aynı Deniz mi?" demiştim kendi kendime. Savunma özelliği zaten var, iyi basıyor vs. İleri çıkışları çok iyiydi, teknik özelliğini geliştirmiş, çok ciddi şekilde yararlı ve zekice paslar atıyor falan... Baya şaşırmıştım. Bildiğiniz sağlam ön libero işte.
Sonra yine ciddi sakatlık geçirdi. Şansa bak. Şu an tam ayrıntısını bilmiyorum durumunun, ama Aragones beğenmemiş duyduğum kadarıyla. Tabii dediğim gibi tam olayı bilmiyorum ama, geçen sene izlediğim Deniz, bu sene ön libero sıkıntısı çeken bu takımda Maldonado'dan da, Selçuk'tan da kat kat daha fazla iş yapardı. Talih işte...
Kaldığı yerden...
Olay ilginç tabii, herkesi etkilemiş olmalı. Beşiktaş ilginç takım. Geçen sene çok kez yaptılar bunu. Geriden gelip maçları kurtardılar, galibiyeti ele geçirdiler vs.. Maç sırasında başka bir yerdeydim, telefondan bir arkadaştan "2-0 Antalya önde" haberini aldığımda hemen Beşiktaş'ın maçı kurtaracağını düşündüm, böyle bırakmazlar dedim. Sonra baktım saate, maçın son 15 dakikası falan, hala 2-0. Yok olmayacak bu sefer dedim. Herifler 78'den sonra 3 gol atıp yine çevirdiler anasını satayım. Ayrıntısını bilmiyorum işin, ama her ne olursa olsun, helal olsun.
2-0 gibi bir skordan maç almak kadar moral verici bir olay zor bulunur futbolcu ve teknik ekip için. Bunun dışında, belki de takımın en mühim iki oyuncusunun sezona çok iyi giriş yapmış olmaları da manevi açıdan müthiş bir itici güç olacak Beşiktaş için. Bobo ve Delgado'dan bahsediyorum tabii.
Haydi bakalım, Süper Lig başladı...
24 Ağustos 2008 Pazar
Slowly
Tell me you love me again, but this time.. Slowly!
'Cause you're talkin' too fast. Baby, much too fast.
Come on and squeeze me again but this time slowly.
'Cause I like your grasp, but its much too fast.
They said that the love will grow together
'Cause your mine all mine.
But darling our love won't grow an inch
If you don't take your time.
Come on and kiss me again, but this time slowly.
Not so fast. Make it last.
Make it last. You're talkin' too fast.
Honey, make it last, oh not so fast.
Ann Margret
Kategori:
Kültür-Sanat
Fernando Morientes
Galatasaray bir forvet alacak. Kim olacağını kimse bilmiyor. Zigic, Morientes, Gomez falan gündemde. AS.com'a göre de Galatasaray, Morientes'e 3 yıllık teklifte bulunmuş. Kendisi de düşünmek için birkaç gün istemiş. Tabii AS.com çok güvenilir midir değil midir bilmiyorum ama kaynak Türkiye dışı olunca direkt ciddiye alıyorum olayı.
Eğer doğruysa ve gerçekleşirse Galatasaray çok büyük iş yapmış olur. 32 yaşında bir Morientes'i 28 yaşındaki Zigic'e yüz kere tercih ederim. Günümüzde 32 yaş, bitirici forvetler için bence gayet güzel bir yaş. 3 yıl taş gibi oynar. Ve bitirici santrafor konusunda sıkıntı çeken bu GS kadrosunda çok gol atar. Adam eksiltme, kendi pozisyonunu yaratma özelliği olan oyuncuya çok ihtiyacı yok şu anda Cimbom'un. Nonda iyi başlasa da, hala en büyük eksik; duracağı, kaçacağı yeri bilen ve bitiriciliği yüksek olan bir forvet. Bu özelliklerin de TDK'da karşılığı direkt olarak Fernando Morientes.
Beijing 2008 #3
Ülkemiz açısından son birkaç gün hariç rezalet bir olimpiyat geçirmiş olsak da, biz spor izleyicileri için unutulmaz bir organizasyondu bence. Atletizmde kırılan rekorlar, Bolt, Elvan, Dibaba, Yelena'nın şovları ve Blanka'nın düş kırıklığı... Halterde Sibel'in gümüşü, diğer hayal kırıklıkları... Basketbolda ABD fırtınası... Güreşte yine bazı kıpırdanmalar, madalya reddetme olayı... Teniste Federer'in yine elenmesi, Nadal'ın aldığı altın... Futbol'da Brezilya şoku, Arjantin şovu, Ronaldinho, Messi... Tekvandocunun hakemleri dövmesi... Ve tabii ki Michael Phelps hadisesi... Nicesiyle birlikte, dünyanın öbür ucunda muazzam bir müsabakalar zinciri izledik. Bu spor güzel birşey. Evet evet çok güzel.
Beijing 2008 #1
Beijing 2008 #2
"Basketbol maçı"
Altın madalya maçı.. Ama hakikaten "maçı". İlk kez ABD'nin oynadığı gerçek bir "maç" izleyebildik. Çok uzun yazmayacağım ama ilk kez ABD maçından keyif aldım. Son dakikalara kadar kafa kafaya giden bir maç. Ama yine de ABD hiç kaybedeceğini düşündürtmedi seyirciye. Ne zaman fark azalsa boş üçlüklerle falan tekrar açtılar.
En zevkli maç olsa da ABD yine de çok fazla zora girmedi yani. Yalnız açıkçası maçı Kobe aldı. Ha "Kobe olmasa ABD kaybederdi" demiyorum tabii ki, ama bu maçı cidden Kobe aldı. Son 6 dakika 91-89'dan sonra 14 sayı, 3 asist gibi bir istatistik tutturdu ve savunmada da her topa el soktu. Blok istatistiğini bilmiyorum ama baya bir alley-oop falan kesip, birçok garanti sayı pasların arasına girdi. Zaten 3 dakika kala yaptığı 3'lük + faul ile de işi bitirdi.
Taaaa en başında dediğim gibi, ABD finale kadar zorlanmadan olimpiyat şampiyonu oldu. İspanya'nın hakkını da teslim etmek gerek. Bu kadroyu İspanya'dan başka hiçbir takım bu kadar zorlayamazdı kesinlikle. Helal olsun.
Spikere de son kez değinmek istiyorum. Umarım bir daha hiçbir basketbol maçında karşımıza çıkmaz kendisi. Bu kadar büyük rezillik olamaz. En son İspanya'nın son 2 dakikada farkı 4'e indiren üçlüğüne "baskeeeeeettt" diye verdiği tepki inanılmazdı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)