31 Temmuz 2009 Cuma

Türk Futbolu'nın atlattığı topçular... Top 10


1-) Recep Çetin: Malumunuz Takoz Recep. Fazla açıklamaya gerek yok herhalde. Malmö maçında kendi kalesine uçan voleyle muhteşem bir gol atabilen adam. Yavuz Seçkin'in radyo programındaki maç anlatma skeçlerine de bolca konu olmuştur. "Evet, yaklaşık 52 metre 16 santimetre, topun başında Recep.. Recep geliyor.. Vurdu ve taç!" Taç demişken, kendisinin bir de penaltıdan topu taca vurduğu efsanesi vardır. Ama muhtemelen efsanedir..


2-) Pascal Nouma: Sevdiğim nadir rakip takım oyuncularındandır. Yetenekli ama sorunlu, futbolu seven ama çılgın. Ve komik.. Beşiktaş'taki sonunu hazırlayan özellikleri de bunlar oldu zaten. Ki iki kez gelip gitti, denenmişin denenmişi olmadı tabii. Fener maçında, gol attıktan sonra yaptığı tombala hareketi Türkiye'de işinin tamamen bittiği an oldu. Herkes sandı ki o hareketi Fener'e yapıyor, halbuki dönemin ilgili mevzuları nedeniyle yönetime yapmıştı. Şimdilerde de son zamanda oynadığı reklamla tekrar hatırlandı Pascal. Herkesin çok sevdiği bir adamdı. Taraftarın unutmadığı ve unutmayacağı oyunculardan oldu. Ve son olarak:

"Fransa’da doğdu Beşiktaşlı oldu, helal olsun sana Pascal Nouma."


3-) Hayrettin Demirbaş:
Tuhaf bir kaleciydi. Aslında kötü adam değildi ama adamı odun mertebesine getiren 2 şey oldu. Biri, hırsından dolayı kameralara yakalanan tuhaf pozlarıydı. Yediği golden sonra kale direğine kafasını güm güm diye vurması ve resimdeki malum kare gibi... İkincisi ise Fenerbahçe maçlarında yediği bol ve tuhaf goller. Şanssız bir adamdı yani. Milli olmuş ve oynadığı tüm milli maçlarda gol yemiştir ayrıca. Kendisi GS'daki 96-97 sezonu için şöyle bir ifade kullanmıştır: "Fenerbahçe maçlarını çıkarın, 23 gol yemişim." Ayrıca Fenerli Saffet'in de kendisi hakkında efsane bir tespiti vardır: "Hayrettin'in futbol hayatı, sahada rakip futbolcuları tehdit etmekle geçti." Ahahahahhah.


4-) Faruk Yiğit: Tanıyamadıysanız, Fenerli Faruk olarak bilenler de var. Resmen ilk insan. Hani maymundan 5 dakika önce doğmuş tabiri bir insana anca bu kadar uyabilirdi. Popülerliğini kaybettikten sonra, ilerleyen yıllarda amatör kulüplerde falan forma giydi kendisi. Ve Faruk'la ilgili en efsane muhabbet de amatör kümede oynadığı bir maçta yaşanmıştır.. Kendisi yedek kulübesinde elinde sigarayla maçı izlemiş ve kısa bir süre sonra da sigarayı söndürüp oyuna dahil olmuştur. Daha ötesi yok.


5-) Vedat İnceefe: Bay kırmızı kart. Adamın defansif özelliklerinden çok, hep yaptığı pislikler, rakibe dalışları, küfürleri, tükürmesi ve yaptığı fauller kalmış aklımda. Fifa 99 sağolsun, ilk 11'de başlardı, spikerden de bol bol "insiife" telaffuzunu dinlerdik. "Ulan Bülent-Popescu'ya ne oldu?" diye sorar, yine de öylece oynardık.. Hadi bir de magazin bağlantısı verelim. [Tıkla]


6-) Iulian Filipescu: Karizmatik sarışın hali ve saçları, daha da önemlisi lama gibi tükürmesiyle hatırlanır daha çok. Tükürme alışkanlığı profesyonel bir durumdu yalnız, öyle tartışmada, kavgada sinirlenip amatörce tükürmezdi. Bütün herşeyin sakin olduğu ve hakemin görmediği bir anda atardı balgamını. İyi sağ bekti ama her 3 maçta bir kırmızı kart görmezse rahat edemezdi. Tükürür, tokat atardı falan bir şekilde görürdü o kırmızıyı. Öyle olmasa belki ismi şu an bir Popescu kadar fazla anılıyor olabilirdi. O gitti, Cimbom Avrupa'da başarı yüzü gördü. Gerçi şaka bir yana, herif 7-8 yıl Romanya Milli Takımı'nda oynadı sonuçta.


7-) Hakan Ünsal: Yine tabii ki kötü bir adam değildi. Efsane Galatasaray takımında banko 11 olmasa da, kendine rotasyonda sürekli yer bulan bir adamdı. Ama tuhaftı işte. Solak oluşu, toplara çok sert vurabilmesi ama kaleyi pek tutturamaması meşhurdu. Bir de ayak dışıyla oynama sendromu vardı arkadaşta. Pası, şutu, her şeyi sol dışıyla gerçekleştirirdi.. Kendisinin dün gibi hatırladığım ve 3-3 biten Club Brugge maçında, kendi kalesine röveşatayla atılmış bir golü bulunmaktadır. Kendisi takozluğa, şu sıralar NTV Spor'da yorumculuk yaparak devam ediyor... Hakkını da veriyor.


8-) Steve Komphela: Bomba adamdı Komphela. Geldikten 3 sene içinde sular seller gibi Türkçe konuşur oldu. İngiliz Dilli ve Edebiyatı bölümü mezunu oluşu ve 4 dile hakim olması bu alandaki zekasını kanıtlıyor sanırım. Çok sevilen bir TV programı bile yaptı Akın Sel’le birlikte. Ulan Kibariye’yle göbek bile attı be.. Daha sonra adı kaçakçılık olaylarında geçti. Uzun süre gündemde kaldı Komphela. Türkçe’yi kullanışı ve samimiyetiyle hiç unutulmadı.


9-) Fernand Coulibaly: Türkler'in zenci sevdasının başlamasına neden olan adamdı. Anadolu takımlarının hepsinde forma giydi lan. Komphela çok iyi Türkçe konuşurdu, Coulibaly ise çok sempatik/komik konuşurdu. Ali Sami Yen’e işemişliği vardır. Reklamlarda oynadı, "meraba televole" ritüelinin bu kadar popüler olmasını sağlayan adamdır.


10-) Hasan Şaş: Işşşşşşşşşşşş... Kendi kendine çalım atan adam. Tek top yetmiyordu usta, ondan bir türlü istediği patlamayı yapamadı. 10 saniyelik sürede, 2 metrekarede, 7 çalım atar ve bu 7 çalımın sonunda hala aynı yerde olurdu. Küfür ederdi, saldırırdı, kendini döverdi, ağlardı... Büyük Galatasaraylı'ydı ama.. 4 sene önceki efsane şampiyonluktaki halleri, 2001-2003 arası oynadığı futbol ve Brezilya'ya attığı gol unutulmaz. Nasıl koymuştu lan!

* * *

Gelecekte bu listeye girmesi en garanti adam Sabri Sarıoğlu'dur bu arada. Frikik ve dribling üzerinden orta yapma ustası, süratli sağ açık Sabri.. Neyse. Benim aklıma bu kadar geldi. Daha gelen varsa yorumlarda buluşalım.

Kolo Yüceses City'de


City'e imza atan Kolo Toure, hem bakışı, hem üstündekiyle bizim gazinoların afişlerinde asılı olan gece türkücülerin zenci versiyonuna benziyor.

Rafa zorunlu tatilde


Yazık, garibim Nadal sakatlığı yüzünden mecburen tatil yapıyor. Kız arkadaşı Xisca (götü yiyen telaffuz etsin) ile birlikte... Tabii yanında o kızla, hayatı boyunca sakat sakat tatil yapsa bıkmayabilir...

30 Temmuz 2009 Perşembe

Dram ve oyunculuk deryası


The Poker House. Çok parlak bir senaryosu ve işleyişi yok belki ama, dram severler için oldukça kıymetli olduğunu tahmin ettiğim bir film ve tek kelimeyle kusursuz oyunculuklar var. Biraz daha özgün bir senaryo, film işleyişindeki hatalar ve zayıf kalan son da olmasa yine gerçek bir drama efsanesi olabilirmiş. Zaten iyi filmlerle, kült filmler arasındaki farkı da bu detaylar belirliyor. Ben filmi beğendim diyebilirim. Oyunculuklar özellikle cidden mest etti.

Oyunculuk demişken, filmin tam odağında olan, Agnes rolünü oynayan ve 90 doğumlu olan Jennifer Lawrance'e özel parantez açmak gerekiyor. Sinemada oyuncu potansiyelini tahmin etme konusunda şimdiye kadar net bir başarım yok ama bu çocuğun ismini ileride çok duymamız muhtemel. Hem güzel bir kız, hem de bu yaşta sergilediği oyunculuk tek kelimeyle enfes. Bayıldım.

2'de 2

M. Netanya 1 - 4 Galatasaray

Galatasaray'ın şu ana kadar oynadığı en iyi toptu, hayvani sıcağa rağmen. Hazırlık maçlarından bu yana bir türlü toparlanamayan oyun için, Rijkaard tarafından ısrarla tekrar edilen "yeniyiz, git gide daha iyi oluyoruz, olacağız" cümlesinin ilk defa somut olarak gerçeklik kazanmış halini izledik sahada. Tabii stabil bir iyi futbol yoktu ama ne yaptığını bilen, sakin bir takım ve kesik kesik de olsa çok güzel paslaşmalar, organizasyonlar izledik. Bir sürü atılamayan karşı karşıya pozisyon var (ah Nonda, vah Nonda). Bu takımın, ilk 11 başlayan bir Keita ve Elano da eklendiğinde çok daha iyi olacağına eminim.

Bu arada Arda Turan'dan 3 asist. Yürüyedur...

Fenerbahçe 5 - 1 Honved

Fenerbahçe, 5-0'lık Boluspor maçı ve bugün izlediğim kadarıyla daha hazır, Cimbom'a göre. Sistemi değiştirmeyip, üzerini yeni oyuncularla upgrade etmenin avantajıyla Galatasaray'a oranla çok daha net ve akıcı bir oyun oynuyorlar şimdilik. Tebrik ediyorum. Yeni Brezilyalılar'ı da iyi adamlara benziyor. Bu sene lig çok güzel olacak inşallah. Amin.

Neyse, hayırlı olsun. Rövanşların pek bir önemi kalmadı tabii böylece.

Fenerbahçe Ön İnceleme 2009


Diğer takımlara göre daha net skorlu hazırlık maçları çıkardı Fenerbahçe. 3 gollük, 5 gollük rahat galibiyetler izledik bol bol. Daha önce dediğim gibi, hazırlık maçlarında böyle rahat galibiyetler bence çok iyi değil. Takımın eksiklerini görmesini engeller bir nevi. 5-0'lık Bolu galibiyetinden sonraki gün, idmanda Bilica'nın sırtlarda maçın adamı diye taşınması da bunun kanıtlarından biri bana kalırsa.

Ancak şöyle bir durum var, Fenerbahçe geçen seneki hem Avrupa, hem lig fiyaskosundan sonra bu sezona çok daha istekli, ciddi ve hazır başlayacaktır. Geçen sezon tam tersiydi. Önceki yıl tarihin en büyük Avrupa başarısını kazanan ve kadrosunu Aragones-Guiza ikilisiyle güçlendiren bir takım olarak biraz rehavet vardı sanki. Bir türlü de toparlayamadılar. Bu sezon daha derli toplu bir Fenerbahçe bekliyorum bu bağlamda.

İkinci olarak, Fenerbahçe için güzel bir durum olan, kırk yıl sonra ilk kez Fenerbahçe adam gibi bir yedek kulübesine sahip oldu. Aldığı birkaç iyi oyuncuyla, daha geniş bir kadroya sahip olmayı başardılar. Yıllar yılı Fenerbahçe hep pahalı ve yıldız transferleri yaparak, ilk 11'e önem verir ve kadro genişliğini ikinci planda tutardı. Bu yıl ise yedek kulübesinin daha sağlam olduğunu söylemek zor değil.

Yalnız, yıllardır değişmeyen bir başka Fenerbahçe gerçeği bence, Fenerbahçe o kadar pahalı transferler yapıyor, sağlı sollu adamlar alıyor, ama yine de Fenerbahçe sezona başlarken hep bir yerleri eksik oluyor. Geçen sezon ön libero krizi buna örnekti mesela. Aurelio'nun gitmesi ve yerine Senna, Xabi Alonso gibi isimlerin geçmesine rağmen kimsenin alınmamasıyla, ön libero konusunda büyük sorunlar yaşanmıştı geçen sene. Ondan önceki yıllarda da kaleciyle ilgili böyle problemler oldu. Şimdi de defansta öyle bir sorun var. Lugano mu, Edu mu oynayacak, Bekir mi oynayacak veya gidecekler mi kalacaklar mı hala belirsiz görünüyor. Ve Güiza'nın da gitmesi gündemdeyken, eğer giderse Semih dışında forvet kalmayacak, alınırsa acele bir adam alınacak falan.. Bu konuda Fener yıllardır hep "varlık içinde yokluk" çekiyor açıkçası.

Bir çok iyi noktası olduğu gibi, dediğim üzere soru işareti de fazlaca bulunuyor takımın. Onca kargaşanın içinde alınan Mehmet Topuz, transferi için verilen mücadelenin hakkını verecek mi? Takımın çok güvendiği Emre kaç maç ayakta kalabilecek, kalırsa nasıl oynayacak? Yeni transferler ne olacak? Ön libero ve forvet sorunları çözülecek mi? Bekler bu kez ne durumda olacak? Gibi...


Ben Deniz'den bir sürpriz bekliyorum bu sezon mesela. Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final yapılan sezon bazı maçlarda izlemiş ve hayran kalmıştım. "Takoz" mertebesinden gayet düzgün, akıllı ve sağlamcı bir adama dönüşüvermişti benim gözümde. Bir anda ortaya Deniz'i neden attım bilmiyorum ama içimde kalmasın, sonra dediğim tutarsa "bakın böyle böyle demiştim" derim.

Her şey bir yana, sonuçta Fenerbahçe zaten çok iyi bir kadroya sahip. İstediklerinde ve kafalarını verdiklerinde neler yapabildiklerini 2 sezon önce gösterdiler herkese. Avrupa'da 2000'lerin Galatasarayı'ndan sonra en düzgün topu oynayan takımdılar. Geçen sezon ise ikinci yarı toparlamasalar, rezil bir yerde bitirebilecekleri ligi, yine sadece isimleriyle bile ilk 5'te bitirmeyi becerdiler. Ama ŞL'de, Eski Avrupa Fenerbahçesi'ne dönüş vardı biraz. Öncelikle onu telafi etmeye çalışacaklardır bu sezon. Başkanlarının "tekrarlanmayan başarı tesadüftür" tezini de yerde bırakmamaya gayret edecekler...

Not: Fenerli olmadığım için, Galatasaray'a yazdığım ön inceleme kadar ayrıntılı ve içli dışlı bir yazı yazamadım doğal olarak. Fenerli kardeşlerim kusuruma bakmasın. Ama dışardan yüzeysel takip ettiğim kadarıyla düşüncelerimi dökmeye çalıştım az çok. İşin çok içinde olmadığım için, verilmiş yanlış bir beyanat falan varsa, ki pek sanmıyorum ama, yine de affola.

Arşiv: Fenerbahçe Ön İnceleme 2008

"In Haldun We Trust" #54981


Of of.. Ne bomba, ne bomba. Elano resmen Galatasaray'da. Bu dakikadan sonra "Messi geliyor" deseler, "Haldun yapar" derim. Türk futbol tarihinin bariz şekilde en bomba transferlerinden biridir bu. Herifin en son dedikodusu çıktığında, araştırmıştım ve Milan'ların falan peşinde olduğu bir adamdı. Hatta Milan'la Inter'ın bu adamı almak için yarışta olduğundan falan bahsediliyordu.

10 numara mevkiinde ve orta sahanın her yerinde oynayabilen, herşeyi yapabilen bir adam. Leblebi gibi frikik atan bir adam, ki sanırım Hagi'den beri ilk kez frikik golleri izleyeceğiz. YouTube'da 50 tane 90'a takılmış frikik golü bulunmakta. Ayrıca birkaç kez değil, resmen baya baya 35 kez Brezilya Milli Takım forması giymiş bir adam. Ve henüz 28 yaşında. Gerçekten çok büyük bir iş yapıldı. Bir GS'lı olarak nasıl mutluyum, anlatamam.


Cuma geliyormuş, gelişmeleri takipteyiz. Evet, ne demişti taraftar?..

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Fulya, Mert, Damacana, Asansör...


Ülkemiz insanının gündemi abartarak, tekrarlama, bokunu çıkarma çabasına hayranım. Fulya, Mert, Begüm ve Mert'in ev arkadaşı arasında dönen video serileri (üzerine en az 10 tane geyik amaçlı video çekilip, yayıldı) ve malum damacana haberi ile ilgili muhabbetlerin bokunun çıkarılması, uğruna 398 tane bobiler çalışması yapılması... Brrrşş. Aynı espriler, ilgili şakalar defalarca sıkılmadan tekrarlanabiliyor, gülünebiliyor.

Ööeehhhhh yani...

Oha, ölürüm!!! +@$½&?


Allahım.. Son birkaç gündür dedikodusu vardı ama çok ciddiye almamıştım. Schumacher resmen dönüyormuş. Felipe Massa pistlere dönene kadar Ferrari adına yarışacakmış. Ulan hayatımın F1 eşiğidir bu adam. Bıraktığından beri tek bir F1 yarışını baştan sona izlemişliğim bile yok. Ama onu tekrar o kırmızı arabanın içinde görmek.. Acayip heyecanlandım, bambaşka bir atmosfer olacak. Belki 5. belki 15. olacak. Ama Şumayer resmen kanlı canlı tekrar yarışacak ulan!! Offf...

İslami Çocuk Programı



Samanyolu TV tarzında, muhafazakar, yerel bir televizyon kanalındaki çocuk "eğlence" programının giriş bölümü. Yobazlık mı desem, ne desem bilemedim açıkçası.. Ne söylenebilir ki? Rezalet. Yani komik de aynı zamanda. Uygun bir yakıştırma bulmak zor. Çocuklar da çok eğleniyor canım, belli. Yazık günah, küçücük beyinlere bu yaşta... Pfff.. Elemanın gerizekalılık katsayısı da fazlaca yüksek. "İnşallah-ü teala" diyorum, başka bir şey demiyorum. Muhtemelen yarışma içinde de ayet, sure, dua soruları falan vardır.

Sırığın olayım, tutunarak atla...

Allison Stokke

Gerizekâlı

Evet biz 5 yeriz, 7 yeriz ama 6 yemeyiz. Belki 7 yeriz, 9 yeriz ama 8 yemeyiz.

Bülent Uygun'dan inciler.. Yahu insan bu kadar gerizekâlı olabilir mi? Gidip Avrupa maçında vasat bir takımdan 5 yiyorsun, sonra gelip alakasız-oğlu-alakasız bir konudan Galatasaray ve Beşiktaş'a laf çarpıtıyorsun, hem de rezil bir futbol oynayıp, rakibe madara olduktan sonra.. Fener cephesine şirinlik yapacam diye, düştüğü hallere bak. "Ulan ne alaka be mal!" demezler mi adama? Neyse hayırlı olsun, inşallah Sivas'ta da 5 yersin. 6 diyecektim ama, siz sevmezsiniz.

Düzeltme: Yanlış alarm olmuş (Gürkan eyvallah), bu demeci maçtan sonra değil, uzun süre önce vermiş. Gerçi yine söylediklerimde bir şey fark etmiyor, hatta yeni bir ironi oluşuyor. Ne diyorduk? Evet gerizekâlı...

28 Temmuz 2009 Salı

Sanatsal Sapık #8


.
Sanatsal Sapık # Arşiv

Hayattan tiksindiren şeyler #15


Yeni, Hidayetli, bandolu ve üç adet antipatik kızlı Turkcell 3G reklamı... Nedenini inanın bilmiyorum, ama artık her çıktığında gıcık olmaya başladım. Çok fazla gösterilmesinden de olabilir. O kızlar "merak ne güzel şey, güzel şey merak" demeye başladığı anda suratım ekşiyor, lavaboya doğru bir koşu gidip gelesim geliyor. Bööhhh yani...

Parçalı, çubuklu, baklava, turuncu, turkuaz, mor...


3 büyüklerin formalarına blogta göz atmak için, GS'ın da tanıtımı yapmasını bekliyordum. O da geldi. O zaman sondan başa doğru gidelim...

Tabii mor forma dikkatleri çekiyor direkt. İlginç fikir.. Bu, takımla alakasız renklerin ana renk olarak kullanılması durumu eğer yanlış hatırlamıyorsam Beşiktaş ile başladı ilk olarak. Beşiktaş'ın hatırlarsınız, kırmızı-turuncu karışımı ilginç bir forması vardı. Sonra turkuaz Fenerbahçe forması ve daha açık turkuaz olan Türk Milli Takım formasıyla devam etti trend. Geçen sene de çok tutulan meşhur turuncu formalar geldi Galatasaray'dan. Hepsi yerine göre eleştirilse de genelde beğenildi aslında. Turuncu mesela benim de çok hoşuma gitmiştir.

Bu sene de ilginç bir şekilde mor atağı geldi Galatasaray'dan. Hadi turuncu, sarı-kırmızı temasına uyumlu bir renkti de, mor çok absürd oldu bir anda. Genel olarak direkt formaya bakıldığında fena görünmüyor bence ama bu takıma tam oturtamıyor insan kafasında. Moru Hacettepe bozması gibi olmuş bir de. Eğlencelik, retro bir forma olmuş işte. Çok tasvip etmedim. Beyaz fena değil, beğendim sayılır. Parçalı ise klasik parçalı olmamış, tüm dünyada kullanılan cinsten normal parçalı olmuş. "Galatasaray Parçalısı" diye bir şey var, o olmamış. Neden olmamış anlamadım.. Genel olarak pek beğenmedim tuttuğum takımın formalarını malesef.



En soldaki yeni forma direkt Davor Suker'i hatırlatıyor bana valla. Bir zamanların Boban'lı, Suker'li efsane Hırvatistan takımının formasınına benziyor. Ama onun sol tarafı düz beyazdı, daha ilginç bir yapıdaydı. Ve direkt kare kareydi, bu baklava kesimlerinde olmuş. Fena değil, hoş bence. Genelde beğenilmemiş sanırım ama ben beğendim valla. Çubuklu klasik olmuş, güzel.. Diğer ise biraz tuhaf. Beyaz üzerine siyah, kırmızı çizgiler şeklinde, ama kararsız kaldım beğenip beğenmemek konusunda. Yok yok..



Kabul etmeliyim ki, Fenerbahçe klasik çubuklusu çok güzel forma. Klasik çubuklu + beyaz şort kombinasyonu yine güzel duruyor. Laf yok.. Orijinal sarı beyazı ise benim hiç gözüm tutmuyor. Sahada güzel görünmeyen bir forma bence. Zaten dünyanın en açık rengi beyazın üzerine, bir de cırtlak Fenerbahçe sarısı çubuklanınca bence hiç de hoş durmuyor.. Naçizane fikrimdir. Armalı forma da güzel düşünce ve ilk bakışta klas duruyor baya, ama biraz inceleyince, renk olarak biraz çekincem var. Laciverde kaçan siyah gibi olmuş, üzerine fosfor denenmiş sanırım. Biraz daha ağırıklı lacivert denense ve daha oturaklı bir sarı olsa daha iyi olabilirmiş sanki. Yine de geçerli. Kötü diyemem.

Ama artık tüm bu formaları yeşil saha üzerinde izlemeyi hak ediyoruz... Lig başlasın, maçlar sıklaşsın, zevkimiz doruğa çıksın. Yakında da bir Fenerbahçe incelemesi gelecektir. Beni izlemeye devam edin..

27 Temmuz 2009 Pazartesi

İnsan değilsin!


Discovery Channel'ı izleyebilenler bir zahmet açıp Ultimate Survival denilen hayvani programı ara ara seyretsinler. Programın formatı temelde, "en zor koşullarda nasıl hayatta kalınabileceğini öğretmek" şeklinde. Kahramanımız Bear Grylls isimli genç arkadaş. Blogu takip edenler, kendisini hayvani solucan yiyen adam olarak da hatırlayacaklardır.

Herif bir programda 60 derecelik Sahra Çölü'nde günler geçirip kavrulmaktan kurtulurken, ertesi programda İzlanda Dağları'nın -10 derecelik dondurucu soğuğundan korunarak hayata tutunmaya çalışıyor. Bunları yaparken imkanı olan her şeyi yiyor. Çiçek, bitki, böcek, hayvan, yaratık.. Tabii bilinçli şekilde. Ne zehirlidir, ne zararsızdır biliyor, anlatıyor. Gerektiğinde bir kasap gibi, ölü bir hayvanın komple derisini yüzüp, tek tek iç organlarını çıkarıyor, işine yarayanı ateş varsa pişirerek, yoksa çiğ çiğ mideye indiriyor. Programın en ilgi çekici olayı da muhtemelen bu yiyecekler. Ama öyle sıradan, bildiğimiz sadece ufak tefek böcek, solucan yeme hadisesi değil. Bilimum şey.. Kurbağasından, yılanına tutun da, akrebine kadar. Herif çölde susuz kaldığı için ölü bir devenin işkembe suyunu içti ulan. Var mı ötesi? Kuşların kuluçkalarını bozup yumurtalarını yiyor, 3-4 gün önce ölmüş bir geyiğin pirzolasını ve gözünü çıkarıp leblebi gibi atıyor içeri.. Ve yediği her şeyin tadının neye benzediğini anlatıyor. Mesela çölde kumun üzerinde yakaladığı top gibi iğrenç bir böcek için "aylarca tuzda bekletilmiş bozuk bir karides gibi" benzetmesini yapmıştır. Ayrıca ne yerse yesin suratını öyle bir ekşitip, büzüştürüyor ki, sanki bir daha yemeye tövbe etmiş gibi. Ama yiyor da yiyor..

Muhtemelen bir kaç sene sonra çiğ et ve bilimum bakteri dolu şeyi yemekten ölümcül bir hastalığa yakalanır psikopat...


Yemenin dışında, yaşadığı yerlerde mevsim ve tehlike şartlarına göre yol alıyor, bataklıkları geçiyor, şelalelere tırmanıyor, gece uyumak için barınak inşa ediyor.. Balta girmemiş bir ormandaysa tracking yapıp ona göre yol alıyor, çöldeyse ağaç gölgesi arıyor, dondurucu soğuktaysa kendini soğuktan koruyacak barınak arayışına giriyor. Ama bu sırada sağda solda, bulduğu hiçbir canlıyı affetmiyor. Biraz pisboğaz da, üzerinize afiyet.

Haa.. Diğer bir çerçeveden bakarsak, adam bunları yaparken zaten yanında bir dolu kamera ve ekiple dolaşıyor ve tabii ki gerçekten kurtuluş mücadelesi vermiyor. Yani herhangi bir zor durumunda elbette olaya anında el koyacak bir dolu ekibi ve doktoru vesairesi mutlaka vardır. Çekimler bittikten 10 dakika sonra, karavanda oturup Kapamaki Sushi yemediğinin garantisi yok. Ekşi Sözlük'ü falan okudum da, bizim yurdum insanı bekliyor ki, harbiden bir kendisi, bir kameramanı, 2 kişi gitsinler de, harbiden gündüzü 60, gecesi -15 derecelik Sahra Çölü'nde 6 gün boyunca tek başlarına sağ kalsınlar. E insaf!.. Ama yine de yaptıkları her türlü ilgi çekici ve takdire şayan.


Ultimate Survival in Turkey!

Kendisi ayrıca güzide ülkemizin, Anadolu'suna gelip Kapadokya civarlarında da program çevirmiş, ülkemin kederli Anadolu böceklerini, yılanlarını "this is the real Turkish kebap" diyerekten mideye indirmiştir.

İsteyen 5 parçalık YouTube linklerinden tamamını izleyebilir.

youtube.com/watch?v=n9PLuBh7NuY
youtube.com/watch?v=DJ3aRTkPJ4A
youtube.com/watch?v=XtV5zQBXoFo
youtube.com/watch?v=zVCGT9Fv6q8
youtube.com/watch?v=Py5vdF87zoY

Yüksek kaliteciyseniz, Rapidshare'den buyrun efendim..

Man.vs.Wild.Turkey.HDTV.XviD.part1.rar
Man.vs.Wild.Turkey.HDTV.XviD.part2.rar
Man.vs.Wild.Turkey.HDTV.XviD.part3.rar
Man.vs.Wild.Turkey.HDTV.XviD.part4.rar

...

Son söz; İsmine yakışır bir insansın sayın Bear Grylls. Yürüyedur...

Sports #42

Gencolar!


Batug'un Genç Subayları'ndan esinlenen Lakerslı gençler de kendi kalelerini kurmuşlar sonunda. LA Gencoları, huzurlanımıza çıkmış. Güzel görünüyor, en azından her gün takip edecek yeni bir blog daha oluşmuş oldu.

http://lagencolari.blogspot.com

26 Temmuz 2009 Pazar

Loser kimdir? - #3

.
Hem seksi, hem zeki görünmeye çalışan, ama beceremeyendir. [Arşiv]

İbo - Eto'o - Barça - Real - Inter


Barça, Eto'o-İbrahimovic varyasyonuyla -üzerine paralar da vermiş olsa- büyük iş yaptı. Zaten kusursuz olan, liginde rahat şampiyon olup, ŞL'de de tozu dumana katan kadroya, bir de dünyanın en iyi forvetini eklediler resmen. Belki görgüsüz Madrid kadar şaşalı bir transfer dönemi geçirmediler ama daha akılcı ve sakin davrandılar. Bence kazanan da onlar olacaklar.

Barça'da şöyle bir durum var, pek kadro derinliği olduğu söylenemez ama ilk 11 o kadar muazzam bir yapıda ki, yedeklere iş düşmedi, doğru düzgün sakatlık da olmayınca. Ha belki birkaç çok önemli adam uzun süreli sakatlıklar yaşarsa iş değişir hala, ama mevcut yapı korunduğu sürece Real'in hala bu Barça'dan iyi takım olduğunu sanmıyorum, hatta Ronaldo'nun gitmesiyle, mevcut kadrolar içinde en gösterişlisi bence Barça'da. Üstelik sadece gösterişli değil, bu kağıt üstü şaşayı sahaya taşıyabilen, taşımış bir kadro. Messi-Henry-Eto'o gol hattıyla dünyayı delen takım, mevcut durumu Eto'o yerine İbo ile updgrade etmiş oldu. Ve çok daha korkunç bir hale büründüler. Tabii bence. Ki birçok insan da, tam tersini düşünüyor. Barça için kötü olduğunu iddia edenler de var.

Öte yandan Real'e bakalım. Kaka, Ronaldo, Benzema ve mevcut süperyıldızlar eyvallah da, ben Real'in oluşturabileceği 11'lere bakıyorum, hiç de öyle ortalığı kavuracak bir kadroya benzemiyor. Geri hat gerçekten zayıf, ileri hatta ise sağlanacak uyumun garantisini kimse veremez. PES 2010'da gözde takım olacaklar, o kesin.. Kaka'yla, Ronaldo'yla sağlı sollu deparlarla çok can yakarlar, ama gerçek sahnede aynı şey olmayacaktır.


Dönelim geriye, Inter'e.. Geriden başladığımızda kaleleri emin ellerde görünüyor. Lucio çok nokta transfer savunma göbeği için. Sol bek dışında geri hat kağıt üzerinde gayet geçerli. Orta geri Motta, Cambiasso falan fena görünmese de, ŞL'de çok iş başaracak bir yapı görünmüyor. İlerdeyse Eto'o dışında yine, kendi ligleri dışında çok iddialı olacak bir durumda gözükmüyorlar. Yani İbrahimovic'i göndermeleri, onlar adına sadece bir "değişiklik"tir. Bir de 40 milyonluk meblağ tabii ki. Ama bir önemli takviye daha beklemekle beraber, Serie A'nın kesin favorisi olarak görüyorum. "Acaba"sı bile yok yani, çok tuhaf işler olmazsa Milan'ın ellerinden alması zor.

Zevkli bir yıl olacak... Bir başka yazıda da United'a bakacağım.

Felipe Massa



Felipe'nin yaşadığı talihsiz kaza. Seeding turlarında, ne şanssızlıktır ki Barichello'nun aracından kopan metal parça hızla gelip kafasına isabet ediyor. Bilincini ve doğal olarak kontrolünü yitiren Massa bariyerlere süratlice çarpıyor. Parçanın yarattığı hasardan dolayı yoğun bakıma alınıyor, önce hayati tehlikenin dahi varlığından bahsediliyor, yoğun bakımda kalıyor uzun bir süre. Neyse ki şimdi durumunun iyi olduğu açıklanmış. Burada yürekleri fena yapan resimler de bulunmakta, merak edene.

Formula 1'i Schumacher'in bıraktığından beri seyretmem, hatta bu olayı da birkaç saat önce duydum, biraz araştırıp bilgi sahibi olabildim anca. Umarım en kısa sürede normale döner, ulan ne büyük bir şanssızlık yahu..

25 Temmuz 2009 Cumartesi

İnternetsiz geçen günlerin zulmü


Ulan online yaşama alışmış insan internet olmayınca bir tuhaf. 3 gündür internetten uzak kaldım, metabolizmam değişti. Tuvalete çıkma saatlerim değişti. Deniz, kum takıldık tabii ama ne kadar eğlenirsem eğleneyim, ön sevişmeye Vanessa Ferlito'nun lap dance'iyle başlayıp, 3 bakireyle hardcore grup çalışmasına da girsem, yine de bu internet olmayınca ı-ıh. Özellikle benim gibi ilgilenmesi gereken 1-2 sitesi bulunanlar için daha da belirgin. İnsan merak ediyor.. Forumlarda neler yazıldı, blogtaki yorumları inceleyemedim, yorumlar onaylanmadı vs.. Bir de Deco gelmiş deyip durdular, merak ettim anasını satayım, yokmuş öyle bir şey.

Ayrıca internetten birkaç gün uzak kalınca en sevmediğim şey, her gün okuduğum forumlara, bloglara girip onlarca yeni mesajlar yazılmış olduğunu görmek. İnsan hangi birini okuyacağını, cevap vereceğini şaşırıyor. Normalde her gün girerken "inşallah bir sürü şey yazılmıştır" diye girdiğim bloglar, forumlara girerken tam tersi dua ediyorum.. Öyle işte.

Neyse, evim evim, güzel internetim.

D-Smart Şerefsizliği


Bu D-Smart'ın yaptığı insanlığa sığmaz yalnız. Zaten kırk yıldır beleş izlediğimiz Avrupa maçlarının üzerine yattılar, bir de son yaptıkları...

Normal D-Smart'ı olanları izleyebildiği Avrupa Ligi maçlarını da özel pakete geçirip, bizlere kapatmışlar. 42. kanal diye bir dalga çıkarmışlar (bkz: üst resim), izleyebilmek için yıllık 200 civarı bir para verip spor paketine üye olmak gerekiyor. Ulan ben bu ibne aleti 3 ay önce bir dünya para verip almışım, Galatasaray'ı, Fener'i izleyecem diye. Ki o zaman izlenebiliyordu, şimdi bir anda böyle bir olay çıkardılar. E bu ne şimdi?

Bu resmen şerefsizliktir. Ben bu maçları izleyebilecem diye almışım o parayı verip, o hakkı elimden almaya nasıl hakları olabilir ki? Hayır bu adamların sloganı "bir kere alıyorsunuz, bir daha para ödemek yok" değil miydi? Allah belanızı versin. Yakında Discovery'leri falan da pakede geçirirlerse şaşmamalı...

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Biz eskiden... #15

Çocukluğumuzun belki en eğlenceli, ama en masraflı olan eğlencesi.. Torpillerden sonra en çok para yedirdiğimiz olaydı bu PlayStation hadisesi.

'Japon 3' ve türevleri...


Bisikletler, torpiller, tasolar ününü kaybetmeye yüz tutmuştu. Sürekli oynanan toplar ise asla öyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalmazdı. Gelişen teknolojiyle birlikte, topun da verdiği gazla paramızı PlayStation salonlarına az mı yedirdik? Winning Eleven denen, ki aslında onun adı "Japon"dur, bu mübarek oyun nelere şahit olmuştur. Winning Eleven 3 ve 4 başta olmak üzere, 2002, 5, 6 vs. diye devam eden Japon efsanesinin şanı, günümüze PES 2009 olarak yansımıştır. Ki o zamandan bu zamana hala dünyanın en çok beğenilen futbol oyunu olma başarısı, işte resimde gördüğünüz Japon 3 ile başlamıştır. Benim anlattıklarım da Japon 3 ve 4 eksenli olacaktır.

CD'yi takıp, oyunu açmaya koyulduğumuz andaki his, o akmaya başlayan efsane Japonca yazılar öyle bir huzur verirdi ki insana.. O hissi ayrıntılı olarak anlatabilen adam dövülmelidir, çünkü o haz anlatılmamalı, sadece yaşanmalıdır. Kanatlardan inilip, ortalanan her topun gol oluşu bize saçma gelmek ne kelime, bir dahi işi gelirdi. Kale direğinin dibine kadar inip, içeri kısa pas verildiğinde kalenin kesinlikle boş kalışı ve minik bir dokunuşla gol atabiliyor oluşumuz bize muazzam bir iç huzur yaşatırdı. Hele kaleci ileri çıktığında aşırtmayla atılan gollerin keyfine diyecek yoktu... Paslaşırken ve şut çekerken toptan çıkan davul sesi bizi hiç rahatsız etmezdi. Ki pastan çok şut çekilirdi bu oyunlarda.

Bugün nasıl FM efsaneleri konuşuluyorsa, bu oyunların da efsane adamları bulunmaktaydı elbette. En büyük efsane elbette ki oyunun her mevkiisinde tanrı rolüne bürünebilen Roberto Carlos idi. Oyunda öyle bir mantık vardı ki, hızlı adam herkesi geçip çok rahat goller atabiliyordu. Bu nedenle bu oyunda Carlos'un defansta oynatıldığı görülmemiştir. Ya sol açık, ya da forvettir, ki genelde pivot santrafor pozisyonu gayet makbuldür. Tabii yine Brezilyalı Ronaldo da oyunun en efsane forvetiydi, bu nedenle Brezilya'yı seçmek çoğu zaman yasak olurdu, çünkü forvetteki iki adamın da hızları 9'du, yani full'dü. Bir de AMF olarak Rivaldo ve bir başka efsane forvet Romario'yu hesaba kattığınızda, Brezilya'yı anca makineye karşı oynadığımızda alabiliyorduk. Bunun dışında Batistuta hızlı olmayan ama toplara ayı gibi vurabilen bir efsaneydi mesela. Henry, Babangida, Michael Owen diğer efsane forvetler arasındaydı. Şimdi aklıma gelmeyen de bir sürü adam vardı mutlaka. Orta sahada ise Rivaldo ve Okocha çok bombaydı ama bu oyunda orta sahanın pek bir işlevi olduğu söylenemez. Ya forvet ya defansta süper hızlı birer adamınız varsa, oyun sadece onların üzerinden dönerdi. Ama Davids kesinlikle es geçilemez. Toplara insanlık dışı vurabilen, gözlüklü ve ilginç saçlı efsane karakter.. Defansta ise en efsanesi yeşil saçlarıyla Taribo West'ti, ki kendisi aynı zamanda bir CM 01-02 efsanesidir. Kalecilerde ise Taffarel, tanıdığımız için efsaneydi, ama esas efsane tabii ki frikik de çekebilen Chilavert'ti. Frikik demişken, oyunda frikik çekmek ayrı bir sanat dalıydı. Mahallede frikileri süper çekebilenler olurdu, maçı izlerken frikik olduğunda "ben kullanıyım mı lan?" derlerdi.. Genelde de kullanırlardı ve gol olurdu.


Türkiye Milli Takımı'nı ilk bu oyunda tanıdığımız için de ayrı bir yeri var bu oyunun, kuşkusuz. Kalede Rüştü (Rüşato diye söylerdi spiker), defansta Bülent ve Alpay, solda kel Apdullah (Apdola), ortada Sergen, Okan gibi adamlar ve ilerde Hakan Şükür (Aram Şünih) ve Oktay (Okutai) gibi adamlar gözdelerimizdi elbette. Tabii bu oyunda isimler Japonca yazdığı için anca kendilerini tanıyorsak bilebilirdik kimin kim olduğu.. Türkiye dışında Nijerya, Arjantin, Fransa, İngiltere, Paraguay, Kamerun, Portekiz diğer efsane takımlardı. Özellikle Nijerya tabii. Uche, Okocha Ayrıca Hagi nedeniyle, Mutu'lu, Popescu'lu, Filipescu'lu Romanya da gözdelerdendi. Fransa ise Djorkaef, Zidane, Thuram, Deshcamps, Blanc, Barthez ve beyaz kafa Wiltord'lu çekici kadrosuyla popülerdi. Nuno Gomez, Rui Costa, Secratario (sekreteryo) de Portugal'ı seçme sebeplerimizdi.

Mahallece giderdik mahallenin plesteyşıncısına, dökerdik saatlik paraları, bu efsaneleri kapıştırırdık işte. Eminim yalnız değildik. Ödetine yapardık, cipsine, kolasına, tasosuna yapardık. İşin içine iddia girince mutlaka kavga çıkardı. Tabii oyunda azdırdığımız futbol libidosunu, gider mahallenin toprak arazisinde gecelere kadar top peşinde koşturarak sakinleştirirdik. Ki bu da şu yazıya tekabül ediyor. Zaman geçtikçe babalara birer tane aldırıp evlere yerleşmiştik. Turnuvaları, ölümüne maçları evlere taşımıştık. Plesteyşını olmayanlar boynu bükük kalırdı, ama elbet aramıza alır, onlara da kısa bir maç yaptırırdık.


Sanatsal Sapık #7

21 Temmuz 2009 Salı

Taylor Swift


Öncelikle yeni keşif değildir efendim. 1 yıldır falan kendisiyle bizzat görüşüyorum mp3 ve duvarkağıdı siteleri vasıtasıyla.. İkimizin de 89 doğumlu oluşu ve Taylor'un muhteşem güzelliği bunda rol oynamakta tabii.


Kendisi sadece güzel değil, aynı zamanda son 2 senedir çok popülerleşen bir müzik sanatçısıdır. Usta bir banço ve gitar müzisyenidir. Slow veya hareketli, aşk temalı parçalar üzerine gayet başarılı performanslar sergileyen bu hanım kızımız, tarzını 'Country Music' dedikleri tarz olarak belirlemiştir.


Albüm (2) ve şarkılarını indirip bir göz atmanızı şiddetle tavsiye ederim. Özellikle White Horse, Love Story, You Belong To Me, Should've Said No vs. gibi bomba, dillere pelesenk olma ihtimali yüksek olan şarkıları bulunmaktadır. Özellikle şu linkte izleyebileceğiniz gibi, Should've Said No şarkısı eşliğinde öyle bir performans sergilemiştir ki... 1080i versiyonu indirilip, günde 3 öğün seyredilesidir.

Albüm: http://s118.photobucket.com/albums/o114/Jr-Kobe/Taylor Swift

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Loser kimdir? - #2


Loser: Dünyanın tanıdığı birinden kendinle aynı inceliği bekleyendir bazen.

Kişi de Megan Fox olunca, daha bir ilgi çekiyor tabii fotoğraf da, ben yine de gülünç olmasının yanında buruk bir tarafını da hissedebiliyorum fotoğrafın, bilemiyorum. İlk başta tebessüm ettirse de, biraz kısık gözlerle resme bakakalınca, çocuğa hafiften üzülmedim değil. Umarım karenin devamında kendini fark ettirip verebilmiştir gülü.

Sıcak...


İnanılmaz bir boyutta sıcaklık son 2-3 gündür. Hani "gavur amı gibi" derler ya, işte onun bir basamak üstü. Hiçbir ejnebi amının bu kadar sıcak olabileceğine ihtimal vermiyorum. Resmen kısım kısım eriyorum, odada olduğum süre içerisinde. Durduğum yerde resmen akıyor.. Benim odada soğutucu yok, klimalı salona geçtiğimde rahatlıyorum ama orada da bilgisayar yok. Ulan bi' laptop almanın zamanı geldi valla.. Offff. Çok fena.

19 Temmuz 2009 Pazar

Klişeler #1 - Film izlerken...


Sinema seyircisi azaldı malum. Dvd Rip'ler daha çok ilgi çekiyor artık. Eğer sınırsız internetin yanında, en azından bir "17 monitör, yanında yeterli bir hoparlörünüz ve arşiv için onlarca DVD'niz (veya external hdd) varsa kendi sinema salonunuzu ve koleksiyonunuzu oluşturmuşsunuz demektir. Hele bir de Rapid premium'unuz varsa, kralsınız. Valla 500 GB'lık external'ın içinde yüzlerce film bulunduran ve bunları sadece çok beğendiğim filmlerden oluşturan biri olarak benim de sanal bir sinema hayatım var sayılır. Ayrıca saydığım diğer konfigürasyonları da bünyemde barındırıyorum, ne mutlu ki. Yalnız, ev sinemacıları bilir ki, bir sürü klişe olayı vardır bunun. Büyük ihtimalle daha önce hiç düşünmediniz bir çoğunuz. Başlıyorum...

1-) Sevişme sahnesinde sesi kısma refleksi: Filmlerin bir çoğunda, kısa veya uzun sevişme sahneleri bulunur. Özellikle evde yalnız yaşamayan sanal sinemacı, özellikle ailesiyle yaşıyorsa, yaklaşmakta olan yiyişme sahnesini önceden sezinler ve elini hoparlöre götürür. Romantik bir an yakalanmışsa ve dudaklar birbirine yakınlaşmaya başlanmışsa, belli ki arkadaşlar düzüşecek. Zaten öpüşmenin başlamasıyla dudaklardan çıkan "brşkk çkkt" sesleri bile içi tedirgin eder ve ses aniden kısılır. Partnerler işi ilerletip "ıhhm, ahh, ohhhh, hoaaaawww, yeaaaaa" boyutuna taşımışsa, sesin tamamen "mute" konumuna getirilme ihtimali de yüksektir. Burada ilginç nokta ise, el alışkanlığıdır. Başlıkta dedim ya refleks diye, evde hiç kimse olmasa bile sevişme sahnesinde el hoparlöre gidebilir, doğaldır efendim.

2-) Film 'güzel mi, çirkin mi' kararsızlığı: Çok methini duymadığınız ama olayını az çok bildiğiniz bir filme başlarsınız. Filmin ilk 15-20 dakikasını olayı çözmekle geçirmişsinizdir. Belki 30-40. dakikalarda çözüp, filmin gidişatına konsantre olmuşsunuzdur ki, filmin durağan olmasından mıdır, film izleme modunda olmayışınızdan mıdır nedir bilinmez, içinizi filmle ilgili birşeyler tırtıklar.. Ulan bu film iyi mi, kötü mü? Kapatsan bu kadar izlemişin, belki esas şimdi başlıyordur efsanesi içini kemirir. Kapatmasan bu düşünceden kurtulamazsın, film illa vasattır. Ama biraz daha devam edip filmin gerçekten iyi olduğunu gördüğünüz anda bu düşünceler gidecektir. Yok eğer film harbiden kötüyse, içinizi kemiren bu düşünce yüzünden film sonunda bile kararsızlığınızı koruyacaksınızdır.

3-) Korku filmlerinde gözü kısma, kulağı tıkama refleksi: Efendim, nerede eski The Shining'ler.. Şimdi korku filmi denilince adamlar illa sessiz bir anda durup durup birden "böö" diye zıplattıran filmler çeviriyor. Korkunun tanımı bu oluverdi sinemada. Hele Türk korkularından itinayla uzak durunuz. Dabbe'sidir, Büyü'südür, aman aman.. Onlarda "bir anda böö" de yok anasını satayım, film boyunca anlamsız bir bağırış çığrış.. Dabbe'den çıktığımda kulağımdaki uğultu 14 saat gitmemişti. Neyse. Efendim, bu mevzubahis alta sıçması olağan sahnelerde gözler kısılır, hatta zaman zaman kulaklar da hafiften tıkanır, ki ani korkma en aza indirgenebilsin. Tabii bu, sinemada izlenirken daha olağan bir durum ama evde izlerken de, özellikle karanlıkta izleniyorsa gayet yaygın bir hadisedir efendim.

4-) Kötü karakterlere ana bacı küfür etme, ekrana girme güdüsü: Efendim iyiliğin peşinde olan, durduk yere kötü duruma düşen ve filmin yavşak karakterleri yüzünden dumurdan dumura, çaresizlikten çaresizliklere sürüklenen iyi karakterleri desteklemek insanoğlunun doğasında vardır. Ve serüvenler boyunca iyinin, sonunda huzura kavuşması için sabırla beklenir. Bu bekleyiş sırasında kötü ibnenin, iyi adamımızı düşürdüğü pislik durumlarda ise kötüye mütemadiyen allah kitap küfredilir, hatta eğer film biraz gerçekçi ve yapılan kötülük aşırıysa; sinirden tırnaklar yenir, 'asssiktir' efektiyle dizlere yumruk atılır ve ekrana dalıp kötü karakterin anası tarumar edilmek istenir. Evet, bu güdü sinemacı insanoğlunda vardır.

5-) Seksüel sahnelerde vücuttaki naturel hareketlenme: Oturmuş kültürel, normal, insani bir film seyrediyorsunuz. Biraz aksiyon, azcık gerilim, hafif mistik hava, birazcık romantizm var.. Ama kesinlikle erotizm yok, öyle bir beklentiniz de yok. Ama en olmadık yerde filmdeki abimizle, sevgilisi yiyişmeye başlıyorlar. Olacak iş bu mu? Eğer oturmuş, kültür filizlenmelerinin 'top' noktasında gayet masumca bir film izliyorsanız ve beklentiniz filmin gerçekten mükemmel olmasından başka bir şey değilse bu rahatsız eder. Çünkü bunun sonucu o an altınızda bulunan giysinin dış görünümünde farklılıklardır. Biriyle izliyorsanız fark edilme tırıs tırısı, yalnızsanız içeri birinin girme tırıs tırısı, şortu/pantolonu her neyse düzeltmeye çalışma çabaları.. Nedir efendim? Rahatsız edicidir. Haaa, amacınız zaten o sahnelerde kopuşa geçmekse, kolay gelsindir. Bazı gerekli hijyen ekipmanları ve tek sigara, masanın üstünde hazır dursundur.

6-) "Offf ne filmdi lan!" ritüeli: Eğer filmi gerçekten beğendiyseniz ve adamlar hakkını verip suratta patlayan bir sona da imza atmışlarsa, film bittikten sonraki ilk yarım saat filmin ne kadar olağanüstü olduğunu tartışırsınız zihninizde. Eğer yanınızda biri varsa, onunla. Özellikle sinemada izlenmişse ve sürükleyici bir yapısı olduğundan çabucak bitmiş gibi geldiyse, filmi izlediğiniz en iyi filmler arasına bile koyabilirsiniz o gazla. Ama süre geçer, aklınız başınıza gelir, izlediğiniz diğer tüm süper filmler hatırınızda canlanır ve filmin aslında o kadar mükemmel olmadığını idrak edersiniz. Ertesi gün anlatırken "iyi filmmiş, izleyin" der, geçersiniz. Ayıptır söylemesi, benim böyle utanç verici bir deneyimim olmuştu. 4 hafta evden çıkmadım utancımdan.

7-) Film bittikten sonra filmdeki taş hatunu araştırma süreci: İşte en araştırmacı gazeteci temalı klişedir. Filmde binbir türlü kaşarlık yapan, götü başı gösterip her tür erotik pozu veren ve sonunda da kaslı esas elemanla sevişen hatuna hayran olunur. İşin ilk izlenim süreci geçtikten sonra eve gelinir, internetten filmin adı, oyuncuları ve malum bayan bulunur. Muhtemelen genç ve pek tanınmadık biridir. Etrafa yayılır... Ama geç fark edilir ki, aşık olunan hanımefendi, bulduğunuz 250 fotoğrafın hiçbirinde filmdeki kadar güzel ve çekici değildir.

8-) Altyazıdaki bir kelimeye takılıp filmi kaçırmak: Bu olur efendim, çok olur. Güzel güzel filmi izliyorsunuzdur, bir anda altyazıda yazan ilginç bir şey dikkatinizi çeker. O anda filmi de durdurmazsınız, birkaç saniye, hatta bazen birkaç dakika o yazana takılır, düşünürsünüz. Bu bazen saçma/yanlış bir çeviri yüzünden olabilir, bazen komik gelen bir kelime yüzünden olabilir, bazen de alışık olmadığınız bir kelime.. Ben örneğini vereyim hemen; How I Met Yout Mother izlerken, Robin (güzel hatunun biri) bacaklarını uzun süredir tıraş etmeyişiyle ilgili olarak telefondaki arkadaşına "bacaklarımdaki kıllar çok uzadı, resmen Türk lezbiyenlere benziyorum" dediği anda, bendeki şaşkınlık birkaç dakika sürmüş, dizinin o sahnesinden itibaren geri alıp tekrar izlemek zorunda kalmıştım.

9-) Bir türlü filmi tamamlayamamak: İşte benim çok yaşadığım olaylardan biri daha. Bir film var, biliyorum ki çok iyi ve herkesin bayıldığı bir film. Ama henüz seyretmemişim, ilk kez seyredecem. Açıyorum, herkesin beğenmesi beni germiş olacak ki, tam sarmıyor film ilk başta. Sıkıntı basıyor, "amaaan" deyip kapatıyorum, sonra izlemek üzere. Ertesi gece uyumaya yakın açıyorum, kaldığım yerden devam ediyorum ama bir 15 dakika sonra uyku feci bastırıyor, tekrar kapatıyorum. Bir sonraki gece, yine kaldığım yerden açıyorum ve yatağa uzanarak izliyorum. Sabah kalkınca fark ediyorum ki, filmi izlerken uyuyakalmışım. Ertesi gün açıp kaldığım yeri bulmak için fazladan bir 15-20 dakikayı tekrar izliyorum, derken film piç oluyor haliyle. Nitekim, işin sonucunda 1 saat 45 dakikalık filmi, 7 seansta bitirebiliyorum ancak. Efsane Memento benim için bu filmlerden biridir mesela. Zaten filmdeki hafıza gitgelleri kafa karıştırıcı, bir de filmi 5 seferde bitirince iyice beyin amcıklaması geçirip, daha sonra en baştan bir kez daha izlemiştim. İyi filmdi vesselam.

10-) Film izlerken yenen cipsin, mısırın göte başa kaçması: İşte en sinir bozucu olanı. Hadi sinemada neyse, molada veya filmin sonunda kalkar yere silekelersin olur biter. Ya evde? Zaten ışıklar kapalı olduğu için yediğin şeyin ne olduğunu anca tadından anlayabiliyorsun. Bir de göbeğine, yere, halıya ve en iğrenci klavyenin arasına kaçan kırıntılar adamı çileden çıkarabiliyor. Bazen filmi 20 kez durdurup, sağdan soldan kırıntıları toplayarak devam ettiğimi anımsarım.

Saygılar efendim.

Sanatsal Sapık #6


18 Temmuz 2009 Cumartesi

Öpüşerek...


Fransız tenisçi Richard Gasquet'in kanında çok az miktarda da olsa kokain türevleri bulunmuş ve 2 yıllık bir cezaya çarptırılmıştı. 2.5 aydır süren doping cezasının kaldırılması için binbir takla atan Richie, sonunda affedilmiş. Adamımız, tenis disiplin kurulunu, gece kulübünde öpüştüğü kadınlar nedeniyle kokain bulaştığı konusunda ikna etmiş. Avukatlar da, bu kadar az miktarda bulunan kokain için daha fazla cezanın haksızlık olacağını söylemişler. Ulan madem bu kadar az var, başta bunu fark etmedin mi? O zaman niye cezayı peşinen az vermedin? Neyse..

Ben de sevindim açıkçası. Gencecik adam, hem 32. sıraya kadar yüselmişti. İki satırlık zamparalık yüzünden 2 yıl oynamaması kötü olurdu. Sen de dikkat et koçum, prezervatifsiz öpüşme(?). İnşallah cezası süresince raketi elinden düşürmemiştir de dönünce sırıtmaz kortlarda.