2 Aralık 2008 Salı

"Reytingin yolları taştan..."


Merhabalar uzun bir aradan sonra. Vizelerin yoğunluğu, iş falan derken ara iyice uzadı, bayadır boş kaldı buralar. Kusura bakmayın.

Televizyonlar malum en yoğun dönemlerine girmiş bulunuyorlar. ATV şu sıralar sırtını Adana'ya dayamış durumda. Avrupa Yakası'nı Adanalı Dilber Hala sürüklüyor uzun süredir. En azından onun yeni yüzünden çok yararlandılar. Diğer yandan yeni bir dizi olan Adanalı da sarmış durumda ortalığı. "Ayrıca Adanalı Fatih Terim'in teknik direktörlüğünü yaptığı Milli Takım'ın maçları da ATV'de" gibi iğrenç bir cümle kurmamı bekliyorsanız yanılıyorsunuz heheheh.

Açıkçası Adanalı, bazı yapay dövüş/çatışma sahneleri dışında gayet güzel bence. Hatta sarmış durumda, baya baya izliyorum yani. Aşk muhabbetleri, olaylar falan hoşuma gitmedi değil. Yalnız çok bomba başladı, böyle başlayan diziler genelde kısa sürede boka sarar. Bakalım bu öyle mi olacak...


Ayrıca Adanalı sadece şu yukarıdaki afet için bile izlenebilir. Dizide Adanalı Yavuz'un kızı Sofi rolünü oynuyor Serenay Sarıkaya. Kendisini daha Limon Ağacı dizisinde falan oynamamışken, Plajda filminde keşfetmiştim ilk. Zamanında eski blogumda da yazmıştım, silinmeden önce. Kendisini hala tanımayan mağara adamları için de 1991 doğumlu olduğunu belirteyim. Ayrıca şuradan resimlerine ulaşmanız mümkün.

14 Kasım 2008 Cuma

Kapak

Ne demişiz?

Üstteki ikili parkelerle görüşemediler henüz. Aşağıdaki de 1 maç oynadı, dizi şişince uzuuun bir ara verdi, ortalıkta da yok.

Hala umudu olanlar varsa ayrı bir konu tabii, tepe tepe kullanın kullanılacak bir tarafları kaldıysa.

2009 Yaz Ayları: "Marbury iddialı!", "Francis bu sefer dönecek...", "Livingston sakatlığı atlattı."

Sıkıldık vallahi.

12 Kasım 2008 Çarşamba

Holy.. What are you?

*Büyük hali için "lütfen" üzerine tıkla, ayrıntısıyla izle

11 Kasım 2008 Salı

Bir kez izlenebilecek olağanüstü bir film!

Requiem For a Dream

Kendimi sıkı bi sinemacı sanırdım. Bi bok değilmişim. Şu 2000 yapımı filmi daha az önce yeni seyrettim. Bu kadar depresif bi film olamaz ya. Mesela insan bi filmi çok çok beğenir ve hemen yedekler ya. Ben de bu filmi acayip beğendim ve anında shift+delete yaptım. İkinci defa izlenmeye cesaret edilebilecek bi film değil. Ölmeden önce kesin izlenmeli ama, bir defa, o kadar. Yaşama sevincimi kaybettim ulan.

Ayrıca Reign Over Me ile benzer bi yönünü buldum. Ben ağlamayı çok severim depresif filmlerde ama, bu film ağlamaya fırsat bırakmıyo. İlginç bişey. Ağlamak istedim, ağlayamadım, daha da beter oldum. Tepkisiz kaldım. Reign Over Me de öyleydi.

9 Kasım 2008 Pazar

8 Kasım 2008 Cumartesi

Diyalog #5


M. Ali Erbil: Obama için biz de oy verseydik...
Asena: Ay valla ben de zenciye verirdim... Oyumu yani...
M. Ali Erbil: E tabii bugüne kadar beyazları denedin bir şey çıkmadı...

- FOX'taki Çarkıfelek'ten bir diyalog

7 Kasım 2008 Cuma

"The worst sex I ever had"

You're the worst sex I've ever had, it was so fucking bad!
You couldn't never find my klit..

İki kız süper bir şarkı-klip yapmış. Şarkının ana teması, erkeklerin yatakta kötü olmaları ve kendilerini mutlu edememeleri. Sözleri süper, melodiyle de harika empoze etmişler. Hiç üstüme alınmayıp, harbiden de hayran kaldım şarkıya. Kızlar da acayip. Muhtemelen lezbiyenler. Bunları mutlu etmek de her erkeğin harcı değil tabii. İyisine denk gelmek de zor. Eheheh neyse..

Amatör Parçalar #3



Biliyorsunuz buraya sık sık bazı şarkılar koyuyordum. Tabii bu şarkılar sadece beğenip de paylaştığım şarkılar değil, aynı zamanda pek fazla kimsenin bilmediği, amatör parçalar diye tabir edilen çalışmalar oluyordu. İşte yine onlardan bir tanesi. Zaten enstrüman olarak bir tek gitar kullanılmış dikkat ederseniz. Güven Baran isimli bir arkadaş söylüyor. Yine, her zaman olduğu gibi "sözlere dikkat!" diyorum ve şarkıyla baş başa bırakıyorum sizleri...

Bizde kötü mal olmaz.

Kaydırmak



Aklıma geldi geçen test olurken okulda bu konu. OKS olsun, ÖSS olsun, dershane olsun; birçok kaydırmalar yaptık hayatımızda. Belki de en çok başa gelen olaylardandır şu. Süreniz 2 saatse, 30 dakikasını kontrol etmeye ayırmanız istenir, saçmalık zaten buradan doğmaktadır. Ne yapılırsa yapılsın önlenemez, hakkınız yenir açık bir şekilde. Bilgi sınanırken dikkat de sınanmış oluyor, sürenizin en azından %20'si de bu işlemi yerine getirilirken götürülüyor. Sadede geleyim, burada değişik bir cevap kağıdıyla karşılaştım. ABCD diye gitmiyor seçenekler, ABCD-EFGH-ABCD-EFGH düzeninde gidiyor onun yerine. Ne önemi var diye düşünenlere söyleyim, ne kaydırma ne kontrol etme söz konusu oluyor, cevabı yazarken A yerine F koyamıyorsunuz, bir yerde yanlış yaptığınızı direk anlıyorsunuz.

Bu kadar mı zor be kardeşim? Elalem bulmuş yöntemi, helal olsun. Umarım tez zamanda gelir Türkiye'ye de. Lakin, OKS'yi 'stres' olarak nitelendirip yerine 3 ayrı sınav koyan bakanlıktan bu beklenir mi, orasını bilemeyeceğim.

Bizimki Küçükmüş


Daha önce gördünüz mü bu şahsı bilmiyorum... Görmemişseniz sanal alemdeki aktifliğinizden şüphe ederim açıkçası. Kendisi dünyanın en ünlü insanları sıralamasında gün geçtikçe yukarılara tırmanıyor. Böyle boktan bir reklam nasıl her web sitesinde yer kaplayabilir, anlam veremiyorum. Tıklayan var mıdır, varsa insan mıdır, insansa biz neyiz?

Mail'larda da pek bir fark yok, hergün cinsel organlar hakkında değişik boyut tahminleri yapılıyor, her an iddaa'ya sıçrayabilir, oranları tartışılabilir.

Umarım bir gün kurtuluruz.

6 Kasım 2008 Perşembe

Haşırt!

Benfica 0 - 2 Galatasaray

Maçın 2 kırılma noktası vardı bana göre. İkisinin içinde de rakip takımdan Suazo vardı. Birincisi De Santcis'in ilk yarıda çıkardığı inanılmaz şuttu, Suazo'ya ait olan. Diğeri de Emre Aşık'ın Suazo kaleciyle karşı karşıya kalacakken yaptığı üst düzey defans tackle'ı. Ben inanamadım hakikaten o pozisyona. Zaten birkaç dakika sonra da golü attı Emre.

Arda, Lincoln, Ümit, Ayhan muazzamlardı. Arda 90 dakika sürekli dikine oynadı ve ağzına sıçtı Benfica savunmasının. Lincoln, geldiğinden beri en efektif futbolunu oynadı. Ayakta kaldı, pozisyonları hazırladı, acayip koştu ve son dakikaya kadar oyundan düşmedi. Ümit de Benfica stoperleriyle çok iyi boğuştu. Çok güzel tek paslar yaptı, arkası dönük çok iyiydi. Golünü de attı. Ayhan'ın da aldığı nefes yarar zaten.

Skibbe de aynı sistemde ısrar ederek yaptıklarının doğru olduğunu kanıtlamakta inatçı olduğunu gösterdi. Umarım öyledir. Tabii galibiyet geldikçe kredisi de artıyor, arttıkça daha az teknik direktör muhabbeti yapılıyor.

Herkes 1 puana fitken 2-0'lık net bir galibiyet alınması tabii keyifleri yerine getirdi.

5 Kasım 2008 Çarşamba

Buzzz gibi "Ayranlı Gazoz"


Bugün okul dönüşü girdim alışveriş merkezine. Ne alsam, ne alsam... İçim de yanmış sabahtan beri. Canım soğuk birşeyler istiyordu ama kola falan deği böyle, farklı tarzda birşeyler. Schweppes mi alsam acaba falan dedim sonra hiç denemediğim birşey deneyeyim dedim. İçim Pasifik diye bir içecek gördüm. Daha önce reklamlarda da görmüştüm ama pek umursamamıştım. Ayranlı gazoz! "E madem ayranı da, gazozu da seviyorum, bir de ayranlı gazozu deneyeyim" deyip kapıverdim bir tane.. Güzel de görünüyordu.

Çıktım dışarı. Kutunun dışı da böyle nemli zaten, buz gibi duruyor. Üzerine baktım, her ayranın üzerinde yazan "çalkalayınız" yazısının yerini "çalkalamadan açınız!" uyarısı almış. Açtım pıss diye. Bir heyecanla ağzıma götürdüm. Daha ilk yudumu alır almaz, resmen öğürdüm. Tüküresim geldi ama kalabalık ortamda yere de tüküremedim, o iğrenç sıvıyı yutmak zorunda kaldım. Sonra da kutuyu direkt, hiç düşünmeden attım çöpe.

Allahım o nasıl bir iğrençliktir.. Ayranı da çok severim, gazlı içeceklerin her türüne de bayılırım, çorbayla bile içerim hepsini. Ama bu çekilecek gibi değilmiş yahu. Böyle bir iğrençlik olamaz. Bunu yapan İçim firması hiç tadına bakmamış mı yahu?

4 Kasım 2008 Salı

Hastane Macerası


Herkese selamlar... Dün akşam halı saha maçında işaret ve orta parmağıma aynı anda top geldi. Sabaha kadar kıvrandım, uyuyamadım.

Ertesi sabah kalkıp Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne gittim, Danışma'ya durumu anlattım, "Ortopedi'ye git" dediler. Gittim, "randevu alacaksın, karşıdaki kayıt kabule git" dediler, gittim. Randevu aldım. "Perşembe günü gel" dediler. Dedim ki "dalga mı geçiyosunuz, ne yazı yazabiliyorum, ne birşey tutabiliyorum, ya kırık çıkık ciddi birşey varsa.." dedim (harbiden mouse'u bile zor kullanıyodum). "O zaman diğer binaya Acil'e gideceksin" dediler. Gittim. Danışma'ya böyle böyle diye anlattım. "Yandaki Hasta Kabul'e git" dedi adam. Gittim. Hasta Kabul adı altında 2 gişe var, ikisinde de insan yok. "Birazdan gelir" dediler. 10 dakika bekledim, benle birlikte 6-7 kişi daha bekledi. Biri ölse kalsa kimsenin umrunda değil. Neyse, hasta bakıcının biri geldi, "abi böyle böyle, gözünü seveyim yardımcı ol" dedim. Beni "travma" doktorunun yanına götürdü. Travma doktoru baktı, evet travma! Doktor "git kaydını yaptır bakayım" dedi. Kağıt verdi, gittim danışmadan kaydımı yaptırdım. Döndüm doktora. Az önce konuştuğum doktor yoktu, kadın doktor vardı. "Anlat bakalım" dedi. Dedim "böyle böyle, ağrım var". Parmağımı inceledi, inceledi, inceledi... Bana dedi ki, "bunda birşey yok, ağrın varsa ağrı kesici kullanacaksın". Bir 10 saniye kilit oldum tabii ben. Travma bölümünde harbiden ufak çaplı bir travma geçirdim. Anladım ki beni boşuna oraya almamışlar. Sonra biraz önce konuştuğum erkek doktor geldi. "Şuraya uzan" dedi. Ben de gülümseyerek "abi uzanacak bir durum yok, parmağım acıyo benim" dedim. Cevabı şöyle oldu; "Burası hastane yavrucum, uzanacaksın". Neyse uzandım. 2 dakika sonra yanıma geldi, "kalk bakalım eline bakalım" dedi!! Gülerek kalktım. "Aç kapa, sık, birleştir, ayır" falan röntgen çekildi. Sonuçlar geldi; parmak çatlak! Reçete yazdı, parmağımı alçıladı, taburcu etti.

Türkiye'nin en elit hastanelerinden birinde, bu sabah yaşanmış hikayemi dinlediniz.

29 Ekim 2008 Çarşamba

Yolun sonu!


Zaten okul-iş mevzuuları yüzünden bir süredir bloga ağırlık veremiyordum. En nihayetinde olayları yoluna sokmuştum. Ege Üniversitesi'ne bir şekilde yerleşip, aynı zamanda part time çalışarak durumu idare edecek şekilde ayarladım durumlarımı. Ama sabah zaman zaman sabah 6'da kalkıp, eve 11'de girmek falan internet hayatıma ara verdirecekti mecburen. Üstüne de Blogger'ın yasaklanma olayı geldi, iyice hevesim kaçtı.

Şu anda okulum 2. öğretim olduğundan akşam 5'te başlıyor. Bazı günler 10'da, bazen 9'da, 8'de falan bitiyor. Haftada 4 gün de işim var. Haftasonu 2 gün çalışıyorum, bir de hafta içi 2 gün sabahçı olarak çalışıyorum. Hafta içi hergün de okul var tabii. Yani hafta içinin 5 gününden 2'sinde hem okul hem iş oluyor. Sabah 6'da kalkıp işe gidiyorum, 4'te iş bitiyor, 5'te okula yetişiyorum, okuldan da akşam 9-10 civarı bir saatte çıkıyorum. Yani "sabah 6, akşam 11" mesaisi.

Ama tabii yine de zaman ayırıyorum internete. Örneğin hafta içinin 3 günü sadece okul olduğundan sabah istediğim saatte kalkıp, akşam üzeri 4 gibi çıkıyorum evden. Tabii bir de internette NBA mesaim var. Özellikle kurucularından biri olduğum LakersTR.com'a ve Lakers'a zaman ayırmak zorundayım. Bu nedenle blogu daha fazla hayatta tutabileceğimi sanmıyorum.

Destekleriniz için sağolun.

Not: Blogu kapatmıyorum. Belki TY arada birşeyler karalar. Karalamasa da arşiv tadında dursun. Sonuçta benim için çok değerli 600 civarı post var. Aylar, hatta yıllar sonra girip girip okurum, bugünleri anarım.

27 Ekim 2008 Pazartesi

Yasak

Üzgün olmamak elde değil. Ne olacak bilmiyorum... Blog, diğer bloglar gibi, devam edecek kesinlikle. Ama bu adreste, ama başka bir yerde. Gelişmeleri takip ediyoruz biz de, hareketleneceğiz duruma göre. Bizden ayrılmayın.

23 Ekim 2008 Perşembe

...Ama skor yakışmadı

Galatasaray 1 - 0 Olympiakos

Galatasaray, belki 2002'den beri hiç bu kadar net üstün olduğu bir Avrupa maçı oynamamıştı. Ciddi rakiplerden bahsediyorum tabii. Gerçi ne söylesem herkesin bildiği şeyler çıkacak klavyemden ama öyle yani. Herkes muazzam oynadı, kanatlar süper çalıştı, müthiş organizasyonlar ve harika bir mücadele vardı sahada Cimbom adına. Yani mütevazı bir tahminle 4-0'lık falan maçtı.

Takımda kusursuz bir kadro var gerçekten. Avrupa'da başarı, hatta hedeflenen UEFA Şampiyonluğu için dahi yeterli bir kadro. Çok derin ve rekabet ortamı olan bir kadro. Gelecek adına çok umut verici bir durum. Tabii kadro iyi, sahaya konulan oyun iyi olunca teknik direktör de konuşulmuyor, başarılı sayılıyor.

- De Santcis'e çok iş düşmedi zaten, hele ikinci yarıda maçtan soğuyunca son dakikada bir hata yaptı, neyse ki içinde patlamadı.
- Meira-Ayhan ikilisi bir çift olarak geride çok başarılıydı.
- Servet-Emre de hatasızdı neredeyse ama Servet hala saatli bomba.
- Arda-Kewell ikilisi muazzamdı. Hiç oyundan düşmeden 90 dakika boyunca aralıksız saldırdılar, saldırabildiler.
- Lincoln'ü beğendim. Hakan Ünsal kusursuzu hiçbir şekilde beğenmese de, beğenilmeyecek gibi değildi. Mücadele etti, her yere koştu, iyi pozisyonlar hazırladı ve her pozisyonun içinde bulunmaya çalıştı.
- Baros yine "bir santrafor nasıl gol atmadan süper oynar?" sorusunun cevabını verdi, Trabzon maçından sonra 2. kez.

Önü açık Cimbom'un. Bakalım...

19 Ekim 2008 Pazar

Derbi #2

Galatasaray 3 - 0 Trabzonspor

Dediğim gibi oldu. Tahminimin, futbolun ötesinde olduğunu söylemiştim. Galatasaray daha iyi ve dengeli bir futbolla aldı maçı. Trabzon'un fazla "havalandığını" da söylemiştim. Trabzonlu arkadaşlar alınmasın, taraftarı da fazla uçtu çünkü. Hiçbir ciddi rakiple oynamamasına rağmen ortalığı delip geçen bir takımmış görüntüsü verildi Trabzon'a medya tarafından. Taraftarı da bu rüzgara kapılıp gitmişti. Açıkçası uyanmaları iyi oldu. Takımın da bundan birşeyler çıkarması adına iyi olacak. Galatasaray da önceki haftalara göre umut veren bir 90 dakika geçirdi.

Ara falan girmesin de artık izleyelim şu ligi sürekli şekilde.

Kate Moss @ İstanbul Hamam


Fotoğraf: Mert Alaş ve Marcus Piggott
Yer: Bir İstanbul Hamamı

18 Ekim 2008 Cumartesi

Geliyor... 4. kez!


The Bourne Identy, The Bourne Supremacy, The Bourne Ultimatum...

Öyle müthiş aksiyon sahneleri içeren 3 filmdi ki, kimse "oha lan nasıl ölmez?" cümlesini söyleme fırsatı bile bulamadı filmlerde. Serinin son filmiyle ilgili ilginç bir anım var. Benim ilk 2 filmden haberim bile yoktu, sinemada rastgele gittim 3. filme. Arkadaşlar da "bak bu adamın aynı hikayede 3. filmiymiş, iyi diyorlar" dedi, girdik biz de. Öyle de bir uykum vardı ki geceden.. Başlarında işte o kaçtığı, medikal mekana girdiği sahnelerde falan resmen uyukladım bir ara. Sonra gözümü o sniper'la mağazada adam indirilen sahnede açtım. Bir kaptırmışım ki o andan itibaren, ışıklar yanıp film bittiğinde, abartmıyorum direkt yanımdaki arkadaşa "n'ooluyo amına koyim?" dediğimi hatırlıyorum. Sonra koşa koşa eve gelip 3 filmi birden indirdim ve sırasıyla baştan izleyip olayı tamamen kaptım. Yine de en iyi film, aksiyon bakımından 3. filmdir bence. Hayatımda izlediğim en acayip aksiyon sahneleri bulunan filmlerden biri.

Ve evet, başlık doğru söylüyor. Matt Damon 4. filmi çekmeye hazırlanıyormuş. "Ulan bu sefer ölsün bari" diyen realist arkadaşların sesini duyar gibiyim. Bu sefer Jason Bourne'u öldürebilene cennetin altın anahtarını veriyorlarmış diye söylediler bana. Ödül olarak biraz daha büyük birşey düşünülebilirmiş.

Gündem yavşaklığı


Daha önce futbolla ilgili konuda birşey söylemiştim. Demiştim ki, "Türk Milleti olarak duygularımızı aşırı yaşayan bir topluluğuz. Üzüntümüz fazla depresip, sevincimiz gereğinden fazla coşkulu oluyor." Aynen de öyle. Olayları öyle büyütüyoruz ki, bazen şaka olup olmadığını düşünüyor insan.

Hülya Avşar'ın Başbakan'a "kedi gibi masum görünüyor" demesinin yarattığı olaylara bakın Allah aşkına. Aman efendim "ülkenin başındaki insana nasıl 'kedi gibi' denir?" , yok "AKP, Avşar kızının söylediği lafa ayağa kalktı." , "Erdoğan'ın cevabı ne olacak?" vs... Yahu ne oluyoruz? Sanki kötü birşey söylemiş. Belki de "bir lider için yeterince agresif görünmüyor" demek istedi. En fazla bu olsa bile, bunda bile büyütecek birşey yok. Ne yönetim şeklini eleştirmiş, ne durumuna parmak atmş. Sadece dış görünüşünden bahsetmiş, ki aşağılayıcı bir bahsediş de değil. Bu kadar mı midemiz dar? ABD gibi bütün dünyanın başkenti olan bir ülkede başkan için ayan beyan söylenenleri görmüyor muyuz? Millet canlı yayında hakaret ediyor, Bush'un savaşçı zihniyetine lanet okuyor... Anti-Bush grupları, grup olmaktan çıktılar, eyalet oldular yıllardır. Bizde söylenen "başbakanın kedi gibi bir hali var" cümlesi bile 1 haftalık ağır siyasi-magazin gündemimizi oluşturuyor. Yazık.

"Gündem olsun, siyaset ve magazinle ilgili olsun, nasıl olursa olsun."

Reklam #3

17 Ekim 2008 Cuma

Vecize #16


Aragones'in müdahale edilmemesi halinde başarılı olacağına inanıyorum. Aziz Yıldırım'la tanışmadım fakat o sert görünüşünün altında melek gibi bir insan yattığına inanıyorum.
- Dansöz Asena

Cepten yemek?


Başlık aslında pek uygun değil ama Galatasaray için övücü bir başlık kullanmak da istemedim herşeye rağmen... Olay şu; Cimbom, Ocak ayında Dubai'de düzenlenecek özel bir futbol turnuvasına davet edilmiş. 1 milyon dolar gibi ciddi bir para ödülü de var. İşin esas bomba olayı turnuvaya davet edilen diğer takımlar Milan, Bayern Munich ve Feyenord. Cidden büyük olay. Bu da Galatasaray'ın, her ne kadar son yıllarda Avrupa'da ölü durumda olsa da 2000'lerde Avrupa'ya koyduğu ambargo sayesinde hala Türkiye'nin Avrupa'daki en prestijli takımı olduğunu gösteriyor bir bakıma.

Bahsetmek istediğim olay, futbolcular umarım bu turnuvada ter dökerken bu ruhu anlayabilirler ve neden orada Milan'la, Bayern'le aynı grupta mücadele ettiklerini anlarlar. Çünkü Türkiye hakikaten o günleri özledi...

Başlık da oradan geliyor. 2000'lerde kazanılan zaferler, kredi oluşturdu. 6-7 yıldır o kredi kullanılıyor, bu davet de son kuruşlar sanırım...

Neresi burası?!


Mustafa Sandal'ın reklamları hoş, güzel, eğlenceli de millet bazı şeyleri öğrenmek istiyor.. Mesela Mustafa Sandal'dan başka erkeğin olmadığı ve metrekareye 3 tane mini şortlu taş hatunun düştüğü bu koşu parkı neresi? (!)

Allah belanı...


Zamanın ergenlik fantazilerinde sürekli olarak başrol oyunculuğu yapan Britney Spears'ın son çekilmiş "iğrenç" fotoğrafları. Kadında temizlik, vucüt pürüzsüzlüğü, tüyler vs. acayip önem verdiğim, hatta genel olarak verilen birşeydir. Hatta bende ilginç olarak, hatunların kaymak gibi koltukaltlarını görmek özel bir şehvet uyandırır (Bkz: Rosario Dawson). Şu görüntü ise anca mide bulandırır. Allah cezanı versin.

16 Ekim 2008 Perşembe

Amatör Parçalar #2


(Şarkıda şöyle bir hata var; son 2 küsür dakikası sessiz, şarkı ilk 2 dakikada çalıyor)

Yukardaki şarkı, bir aralar çıkan Kalbime Gömerim, Hayalet Sevgilim tarzında amatör, nette dolaşan bir çalışmaymış. Ayıptır söylemesi geçen gün 15 yaşındaki kuzenim "al Çağlar abi dinle bak süper şarkı" diye gönderdi. Dinledim hakikaten de hoş, sade bir melodi üzerine muazzam sözleri olan dinlenesi bir aşk şarkısı olmuş. Nezih isimli kişiye (veya grup, artık neyse) saygılarımı sunuyorum.

Bir hayaldin kalbime
Bak şimdi yanındayım
Ansızın çıkıp geldin
Sanki bir rüyadayım
Yalvarırım tanrıya, mutluluk yolundayım
Hoşgeldin kalbime, güzel yüzlüm

Anlatacak çok şeyim var, dinlemek ister misin?
Söyleyecek çok sözüm vari bilmem ki sever misin?
Ooo ooofff..

Ne yoluna kırmızı halılar serdim,
Ne de
uğruna koca dağları deldim,
Sadece şarkımı söyleyiverdim güzel yüzlüm.

Derbi


Heralde son yıllarda Trabzon'un içinde olduğu en "derbi" denilebilecek maç. Çünkü hiç bu kadar iyi durumda olmamıştı Trabzon uzun yıllardır. Yani gerçekten de lig şartlarında iyi durumdalar, GS içinse aynı şeyleri söylemek zor tabii.

Maç öncesi genelde Trabzon'un kazanacağı yönünde düşünceler hakim. Fotomaç'ın yaptığı yazar araştırmasında Trabzon öndeymiş vs.. Bense bu maçı Trabzon kesinlikle kazanamayacak diyorum. Galatasaraylı olduğum için de değil, emin olun. Bunu futbolla açıklamak da zor, çünkü veriler Trabzon diyor.. Ama öyle. Tek bir engel var Cimbom'un önünde, o da milli takım arası. Bir ton oyuncusu Çarşamba'dan kalma olacağından bu sorun teşkil edebilir. Trabzon'un ise milli takım sorunu Cimbom'un 3'te 1'i kadar değil. Bunun dışında GS'ın yaşadığı konsantrasyon sorunu da olmayacak böyle bir maçta. GS, takım oyunu olarak hala umut saçamasa da, Trabzon'un da ciddi bir maç oynamışlığı yok. Beşiktaş maçındaki al gülüm, ver gülüm ile alınan 0-0'lık sonucu saymıyorum.. İlk kez bu kadar ciddi bir rakiple oynayacaklar. Ben Cimbom'un alacağını iddia ediyorum, plase beraberlik, Trabzon'un kazanması ise ciddi sürpriz olur. İddiaya açığım.

- Pazar 19:00

15 Ekim 2008 Çarşamba

Reklam #2



NOT: İlk 2 postun da aynı konuyu taşıması tamamen bir tesadüftür, eheh...

Soccer Simulation 2009


Başlığa bakmayın, bahsettiğim oyun PES 2009. Oyunu etraflıca oynadım. Adamlar efsane oyun yapmışlar. İlk önce şunu söyleyeyim, göze batacak ufak tefek hiçbir terslik, bir hata göremiyorsunuz oynanışta. Geçen seneki kaleci sorunu falan tamamen halledilmiş, iyice futbol simulasyonu haline getirilmiş oyun (başlık da buradan..). Oynanabilirliğin çok üst düzeyde olduğu zaten demo'da anlaşılmıştı. Full'ünü oynayıp teyid ettik.

Hele bir "become a legend" modu koymuşlar ki, tam legend olmuş hakikaten. Fifa'da geçen sene olan "be a pro" olayının aynısı. Ama çok daha güzeli. Sadece tek bir oyuncuyu yönetiyorsunuz. 17 yaşında, yetenekleri minimum düzeyde birisiniz. Görünüş vs. olarak herşeyi en ince ayrıntısına göre yaratıp dandirik bir klüpte başlıyorsunuz. Ben Babyloine gibi bir adı olan takımda başladım. Hazırlık maçlarında göze girmeye çalışıp, transfer oluyorsunuz. Yeni takımınızda da antrenman maçlarında kendinizi beğendirmeye çalışıp kadroya girmeye çalışıyorsunuz, idmanlar dahil her maçtan sonra skill'leriniz yükselmeye başlıyor. Legend olma konusunda ilk adımlarınızı atmaya başlıyorsunuz yani. Maçlarda en mühim şey enerjiyi iyi kullanmak. Öyle takıma yararlı olacağım diye sağa sola, her topa koşan biri olmaya çalışırsanız 60. dakikada götünüzden ter gelir, kenarı alınırsınız. Forvet oyuncuları için ofsayta düşme ve kaçacağı, duracağı yeri bilme olayları çok kilit. Savunma için de yapılacak müdahaleler, kart sorunu vs..

Oyun içi konusunda dediğim gibi demo'da zaten herşeyi anlamıştık, fazla ayrıntıya girmek yok. Çalım atmak çok zor, eskisi gibi adamın yanından geçip gitmek imkansız. Açık alanda falan çalım atmak, adamınız Ronaldo da Messi de olsa çok zor. Eğer adamınız iyiyse, kısa alanlarda çarpraz dönüşlerle rakibi kısa süreli atlatmak kolay sayılsa da tam çalım sayılmaz, çünkü atlattığın anda topu önüne alıp gitmek falan yok, sadece bir anlık kurtulmuş oluyorsunuz. Ayrıntıları oynadıkça daha iyi anlayacağız, şimdilik gözlemlerim bu kadar.

Önümüzde 2 günlük koca izin günüm varken bana uyku yok sanırım.

Yarım asırdır 911...


Hiçbir spor araba 45 yıl boyunca hiçbir isim değişikliğine gitmeden, bir modeliyle zirvede kalmayı başaramadı, Porsche dışında. Koca bir ayrıntı bu. Sadece 911 modeli bu şerefe nail durumda. 1964'te de en tepedeydi, 2009'da da öyle.

Porsche efsane modeli 911'in 2009 modellerini tanıtıma sokmuş. Tabii ki klasik 911 kasa çizgisi aynı. Ufak tefek dış makyajlar ve yapısal değişiklikleri bulunuyor. Dikkat çeken şey hava girişlerinin 2008'e göre büyümüş olması. Ayrıca çok etkileyici bir özellik de yakıt tüketiminde geliştirilmiş. Artık 911'ler 6 değil 7 ileri vitese sahip olup, %13 daha az yakıt tüketecekmiş, ki %13 çok büyük bir rakam. Buna rağmen beygir gücü yine de arttırılmış.

Porş olsun, çamurdan olsun.

Recep's "Bakkıt List"


En çok izlenen film unvanını elinde bulunduran "Recep İvedik"in devamı çekiliyor. Çekimlerine 1 Kasım'da başlanacak film, 12 Şubat'ta gösterime girecek.

"Cinemania" programına konuk olan Şahan Gökbakar, 4 milyon 300 bini aşkın seyirci sayısıyla en çok izlenen yerli film unvanını taşıyan "Recep İvedik"in devam filminin senaryosunun tamamlandığını açıkladı. "Recep İvedik 2", ilk filmden bağımsız bir öyküyü anlatacak. 'Ölmeden önce yapılacaklar listesi' hazırlayıp, bunları hayata geçirmeye çalışan Recep'in maceraları anlatılacak.

Filmin 12 Şubat olan vizyon tarihinde bir gecikme olmayacak. Çünkü yapımcı Faruk Aksoy, daha film çekilmeden sinema salonlarıyla el sıkıştı. Öte yandan Şahan Gökbakar, "A.R.O.G"un "Recep İvedik"in rekorunu geçmesi halinde neler hissedeceği konusunda ilginç bir açıklama yaptı: “Recep İvedik'i geçtiklerinde bir delirme anı ya da buhran yaşamam. Rekoru geri almak için kolları sıvarım.”

Kaynak: Hürriyet

Oha demek istiyorum sadece... Direk Nicholson-Freeman ikilisinin Bucket List'ini çalmış Şahan, eyvahlar ola. 2-3 gün önce Çok Güzel Hareketler Bunlar'daki esprilerin çalıntı olduğu belirtilmişti yorum bölümünde Enes tarafından. Orada 'Olabilir, esinlenme olduğu sürece problem yok, ne yazık ki hepimiz yabancı filmlere odaklanıyoruz, yapacak birşey yok...' demiştim. Esinlenme filan olsa tamam da, daha geçen sene çıkıp epey alkış almış bir filmin direk ana temasını çalarsan farklı bir boyuta girer iş. Açıkçası hiç doğru bulmadım.

Film -yukarıda da belirtildiği üzere- 12 Şubat'ta vizyona giriyormuş. Olağanüstü komik olacağından da eminim, çünkü cidden tam Recep İvedik'lik konu bu 'Bucket List' olayı. Ama keşke daha özgün bir şeyle gelseydi karşımıza.

Yeri gelmişken Şahan ve Recep İvedik serisi hakkındaki görüşlerimi ekleyim. Sinema boyutuna bakarsak takdir edilesi bir iş yapıyor bana kalırsa Şahan. Amerika'da yaptıklarıyla saygı toplayan adamlar, burada komedyen olarak adlandırılırken, Şahan'a bazı kesimler 'şaklaban' olarak yaklaşıyor. İşini nasıl yaptığı önemli değil, güldürüyorsa sanattır bu. Gerçekleri de yansıtıyor aslında... Tabii gişe rekoru da kırıyor! Lakin, röportajlarda veya söyleşilerde kullandığı laflar, küçümsemeler benim de hoşuma gitmiyor, burası ayrı. Yine de sinemadaki başarısına bir gölge vurmuyor. Konusuzluğa gelinirse; dünyada kaç tane komedi filmi belirli, düzgün bir konuya sahip Allahaşkına? Komedi filmi güldürüyorsa başarılır, bu kadar.

Şahan herkesi birbirine düşüren bir herif, eminim bu konuda da herkesin görüşleri ayrılacak. Yorum kısmı eminim kullanılacaktır, kullanın yani...

(Bucket List'i bilmeyenler, daha önce duymayanlar burayı tıklayıversin...)

Orospu Çocukları


Filmin DVD'si internete yeni düştüğü için anca izleme fırsatı buldum O... Çocukları'nı. Az önce bitirdim. Yani ne diyeceğimi bilemiyorum. Buraya 5 paragraflık inceleme yazısı da yazsam tamamı uzun uzun iltifatlarımla dolup taşacak.

Sayın ultra profesyonel sinema eleştirmeni arkadaşlarımızdan beğenmeyenler de olmuştur muhtemelen. Yalnız tek kelimeyle bayıldım. Çocuklar dahil, tüm oyuncuların performansları, diyaloglar, vurucu cümleler, hikaye... Muazzam muazzam. Allah, Türk Sineması'nı böyle yapımlardan mahrum bırakmasın!

14 Ekim 2008 Salı

PES 2009 kucaklarda!


Çok şükür ki oyunun resmi çıkış tarihinden 3 gün önce internete düştü PES 2009'un full versiyonu. Neredeyse 7 GB civarı. Tabii reloaded veya rip olmadığından, oyun direkt kucakta geliyor masaüstüne. Yarasın, her kilobaytına kadar helal olsun. İlgili sitelerden indirebilirsiniz. Bu konuda yeterince bilgisi olmayanlara yorum kısmında yardımcı olabiliriz.

Dangalak #3


Monta Ellis hakkında 'Dangalak' başlıklı bir yazı yazmıştık daha önce, okumayanlara bir fırsat daha...

Yaptığı bu davranıştan ötürü bir ceza alacağı konuşuluyordu. Ceza açıklanmış, 30 maçlığına cezalandırılmış Monta Ellis GSW yönetimi tarafından. Ayrıca bu süre boyunca kendisine para verilmeyecekmiş.

Aferin heriflere, disiplin böyle sağlanır... Adam zaten sakat, en iyi ihtimalle Aralık-Ocak gibi dönecek. Tek başına maç cezasının hiçbir anlamı olmazdı bu bakımdan. Monta'nın dangalaklığına karşılık vermiş oldular böylece. Baron Davis'in gidişine bile göz yumacakları türden bir adamdı, o ayrı ancak yine de hak bir nevi yerini bulmuş oldu, salaklığının faturası olmuş oldu bu ceza. Lakin Warriors elbette zararda hala. Yine ders vermiş oldular herkese. Birçok kulüpten göremeyeceğimiz türden bir davranış, kutluyorum Mullin ve ekibini.

Monta'nın kariyerini anlatmıştım madde madde o mesajımda, yukarıda belirttiğim. En alta bir madde daha eklemem lazım şimdi, 'Ceza yüzünden kaybedeceği para miktarı, 3 milyon dolar...'

Reklam #1



Yeni bir seri başlattık, En İyi Reklamlar serisi... Anlatmaya gerek yok herhalde, başarılı bulduğumuz reklamları koyacağız. Umarım beğenirsiniz.

Miss Wayne Rooney


Resim öylesine, alakasız bir yerde denk geldi. Esas koyma amacım hatunun çok güzel olduğundan değil de, topçu Rooney'e aşırı benzerliğindendir.. Birbirine benzeyen insan çok bulunur da, karşı cinsten olup da bu kadar benzeyen pek olmaz.

Umarım tek benzeten ben değilimdir.

13 Ekim 2008 Pazartesi

AXE

Lynx deodorant... İngiltere'de, geçen sene tanıştık kendisiyle. Tanışmamın nedeni ilgi çekici reklamıydı aslında. Çikolata şeklinde bir adam sokakta kadınların ilgisini çekiyordu, deodorantın da sonunda çikolota kokusunda olduğu anlaşılıyordu falan filan. Süpermarkette de güzel kapları dikkatımı çekmişti, alıvermiştim. Cidden çok güzel kokuyordu, parfüm niyetine kullansan yeriydi hani. Ter mer de tutuyordu, dört dörtlüktü. Sonradan farklı kokularını da denedim, hepsinden de memnun kaldım. Kabın arkasında üretici firmanın Unilever olduğunu farkedince anlamıştım zaten, başarısız bir ürün çıkartmazlardı asla.

Neyse geçen Türkiye'ye tatile geldiğimde deodoranta ihtiyaç oldu, malum uçaklara sokulmuyor. Gittim, deodorant arıyorum, hayıflanıyorum aynı sırada 'Ulan şimdi Lynx olacak...' diye. Bir baktım, tıpatıp aynısı AXE adı altında satılıyor. Meğer ürünün dünyada bilinen adı AXE'ymiş, sadece Britanya ve Avustralya'da Lynx ismini kullanıyorlarmış. (Bu arada hazır değinmişken sorayım, nedir şu isim değişikliğinin anlamı, anlayamadım. Koy işte her ülkeye sabit bir ürün ismi.)

Başarının nedeni Unilever'in adı altında demiştim, açayım biraz. Unilever Calvin Klein'ın parfümünü üretiyormuş 2002 yılında. O sırada kendi deodorantlarına yeni bir şekil vermeye karar vermişler, dolayısıyla da yeni kokularını seçerken de Calvin Klein kokularından esinlenmişler.

Sadece deodorant değil yalnız... Duş jelleri de cidden güzel. Bir de yukarıda belirttiğim 'seyahata deo taşıyamama' olayını da tarihe karıştırdılar, minicik ama işlevi büyük deo'lar çıkartarak. Kapış kapış satılıyor...

Nereden aklıma geldi, anlamadım. Neyse işte, duyduysanız ve kullanıyorsunuz ne ala, şimdi öğrendiyseniz de bir koşu markete lütfen...

PES 09 vs. FIFA 09


Benim için başlıktaki karşılaştırma açısından çok mantıksız bir durum ama elime malzeme geçmişken kullanayım dedim. Üstteki resimde Cristiano Ronaldo'nun Fifa'daki yüzünü, alttakinde de PES'teki yüzünü görüyoruz. Yıllarca "grafikleri daha iyi" denen Fifa'nın bu durumu ilginç tabii. Üstteki CR7, daha çok bizim "tuhafiyeci Harun Abi" imajını yakalarken, alttaki CR7 çok daha fazla benziyor.

Eğer daha fazla malzeme geçerse, bu başlığı seri haline geçirip seve seve kullanırım. Haşırt the blackboard, varan 1.

Alternatif Kazık


Bu aralar kendime araba bakmakla meşgulum, malum ehliyet alacağız 4-5 ay içinde, arabarla epey haşır neşir oldum.

Buralarda yakıt olayı çok önemli. Benzinin sudan ucuz olmasına rağmen, yaşamsal mekanlar arasındaki uzaklıktan ötürü arabalar su gibi içiyor o sudan ucuz olan benzini. Aynı hesaba geliyor bir nevi. Öğrenci adamın da fazla yakan bir araba alması saçma olur dedim, dizelle hybrid'i gözetlemeye başladım, gerek aldığım dergiden gerekse internetteki kaynaklardan...

Sonuç şaşırtıcı. Daha doğrusu iç karartıcı... İkisi de hiçbir şeye yaramıyormuş. Dizelden başlayalım; dizel motor çok sesli, arabanın performansını düşürüyor ve kurşunsuz benzinden daha pahalı, bilindik şeyler bunlar. Dizel araba daha pahalı, bunu da hepimiz biliyoruz zaten. Peki cidden değiyor mu bunca masrafa ve performans düşüklüğüne girmeye? Araştırmacılar 'Hayır' cevabını veriyor. Hatta arabanızı o kadar da kullanmayan biriyseniz, büyük bir zarara girmeniz de mümkün. Tır-kamyon sürücüleri dışında kara geçen de yok gibi.

Gelelim hybrid'e. Farklı birşey umuyordum çünkü apayrı bir hikaye hybrid. Basitçe anlatmak gerekirse arabanız benzinle çalışıyor ancak bu sırada aküye enerji aktarıyor. Sırf benzinle giderken değil, frene basarken bile ortaya çıkan kinetik enerjiden ötürü doluyor akünüz. Bu dolan aküyle elektrik gücü sayesinde yola devam edebiliyorsunuz sonuç olarak. Bakıldığında harikaymış gibi gözüküyor ama yaklaşık -Amerika'da bile!- 4 bin dolar konuluyor bir aracın üstüne, eğer hybrid motoru varsa. Oysa bu arabanın, averaj bir sürücü için, 4 yılda sağladığı tasarruf sadece 2250 dolar! Yani aracı en az 8 yıl kullanmanız gerekiyor kar edebilmeniz için; tabii o hybrid motor o süreç boyunca aynı verimle çalışmayı sürdürebilirse...

Benzinle kalacağız gibi gözüküyor, alternatif yakıtı da torunumun torunu kullanacak herhalde en iyi ihtimalle. O değil de, iyi olurdu futbol adına alternatif bir yakıtın bulunması!

12 Ekim 2008 Pazar

Mezar Tahtası


Görüntü Kavak Yelleri'nden... İzleyenler bilir, Mine'nin babasının ölümünden sonra, dünkü bölümde gösterilen bir kare bu. İzlemeniz de şart değil aslında. Kabaca anlatmak gerekirse, bu Cem Ergun denen adam dünyanın en iyi insanlarından biri. Harika bir işadamı, saygın bir insan. Aşırı da zengin, villada filan yaşayan bir herif işte. Neyse, trafik kazası geçirip vefat ediyor ve ortaya çıkan görüntü bu. Lüks hayatıyla, iş hayatındaki başarısıyla, çevresinin genişliğiyle, ne kadar sevildiğiyle tanıtılan adam vefat ediyor; o kadar da parası var geriye bıraktığı ancak ne yazık ki bir mezar taşı alamıyorlar, cık cık cık. Tahta nedir yahu, nasıl bir gerçekçiliktir bu. Üzerine konan fontta resmen GS'ın parçalı formasından çalınmış bu arada. Her türlü şeye para bulunuyor da şuna mı bulunamıyor. Ayrıntı gibi gözükse de o yönetmenin kalitesini gösterecek şeyler bunlar. Olmasın bir daha.

Hernan Adabale