22 Temmuz 2009 Çarşamba

Biz eskiden... #15

Çocukluğumuzun belki en eğlenceli, ama en masraflı olan eğlencesi.. Torpillerden sonra en çok para yedirdiğimiz olaydı bu PlayStation hadisesi.

'Japon 3' ve türevleri...


Bisikletler, torpiller, tasolar ününü kaybetmeye yüz tutmuştu. Sürekli oynanan toplar ise asla öyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalmazdı. Gelişen teknolojiyle birlikte, topun da verdiği gazla paramızı PlayStation salonlarına az mı yedirdik? Winning Eleven denen, ki aslında onun adı "Japon"dur, bu mübarek oyun nelere şahit olmuştur. Winning Eleven 3 ve 4 başta olmak üzere, 2002, 5, 6 vs. diye devam eden Japon efsanesinin şanı, günümüze PES 2009 olarak yansımıştır. Ki o zamandan bu zamana hala dünyanın en çok beğenilen futbol oyunu olma başarısı, işte resimde gördüğünüz Japon 3 ile başlamıştır. Benim anlattıklarım da Japon 3 ve 4 eksenli olacaktır.

CD'yi takıp, oyunu açmaya koyulduğumuz andaki his, o akmaya başlayan efsane Japonca yazılar öyle bir huzur verirdi ki insana.. O hissi ayrıntılı olarak anlatabilen adam dövülmelidir, çünkü o haz anlatılmamalı, sadece yaşanmalıdır. Kanatlardan inilip, ortalanan her topun gol oluşu bize saçma gelmek ne kelime, bir dahi işi gelirdi. Kale direğinin dibine kadar inip, içeri kısa pas verildiğinde kalenin kesinlikle boş kalışı ve minik bir dokunuşla gol atabiliyor oluşumuz bize muazzam bir iç huzur yaşatırdı. Hele kaleci ileri çıktığında aşırtmayla atılan gollerin keyfine diyecek yoktu... Paslaşırken ve şut çekerken toptan çıkan davul sesi bizi hiç rahatsız etmezdi. Ki pastan çok şut çekilirdi bu oyunlarda.

Bugün nasıl FM efsaneleri konuşuluyorsa, bu oyunların da efsane adamları bulunmaktaydı elbette. En büyük efsane elbette ki oyunun her mevkiisinde tanrı rolüne bürünebilen Roberto Carlos idi. Oyunda öyle bir mantık vardı ki, hızlı adam herkesi geçip çok rahat goller atabiliyordu. Bu nedenle bu oyunda Carlos'un defansta oynatıldığı görülmemiştir. Ya sol açık, ya da forvettir, ki genelde pivot santrafor pozisyonu gayet makbuldür. Tabii yine Brezilyalı Ronaldo da oyunun en efsane forvetiydi, bu nedenle Brezilya'yı seçmek çoğu zaman yasak olurdu, çünkü forvetteki iki adamın da hızları 9'du, yani full'dü. Bir de AMF olarak Rivaldo ve bir başka efsane forvet Romario'yu hesaba kattığınızda, Brezilya'yı anca makineye karşı oynadığımızda alabiliyorduk. Bunun dışında Batistuta hızlı olmayan ama toplara ayı gibi vurabilen bir efsaneydi mesela. Henry, Babangida, Michael Owen diğer efsane forvetler arasındaydı. Şimdi aklıma gelmeyen de bir sürü adam vardı mutlaka. Orta sahada ise Rivaldo ve Okocha çok bombaydı ama bu oyunda orta sahanın pek bir işlevi olduğu söylenemez. Ya forvet ya defansta süper hızlı birer adamınız varsa, oyun sadece onların üzerinden dönerdi. Ama Davids kesinlikle es geçilemez. Toplara insanlık dışı vurabilen, gözlüklü ve ilginç saçlı efsane karakter.. Defansta ise en efsanesi yeşil saçlarıyla Taribo West'ti, ki kendisi aynı zamanda bir CM 01-02 efsanesidir. Kalecilerde ise Taffarel, tanıdığımız için efsaneydi, ama esas efsane tabii ki frikik de çekebilen Chilavert'ti. Frikik demişken, oyunda frikik çekmek ayrı bir sanat dalıydı. Mahallede frikileri süper çekebilenler olurdu, maçı izlerken frikik olduğunda "ben kullanıyım mı lan?" derlerdi.. Genelde de kullanırlardı ve gol olurdu.


Türkiye Milli Takımı'nı ilk bu oyunda tanıdığımız için de ayrı bir yeri var bu oyunun, kuşkusuz. Kalede Rüştü (Rüşato diye söylerdi spiker), defansta Bülent ve Alpay, solda kel Apdullah (Apdola), ortada Sergen, Okan gibi adamlar ve ilerde Hakan Şükür (Aram Şünih) ve Oktay (Okutai) gibi adamlar gözdelerimizdi elbette. Tabii bu oyunda isimler Japonca yazdığı için anca kendilerini tanıyorsak bilebilirdik kimin kim olduğu.. Türkiye dışında Nijerya, Arjantin, Fransa, İngiltere, Paraguay, Kamerun, Portekiz diğer efsane takımlardı. Özellikle Nijerya tabii. Uche, Okocha Ayrıca Hagi nedeniyle, Mutu'lu, Popescu'lu, Filipescu'lu Romanya da gözdelerdendi. Fransa ise Djorkaef, Zidane, Thuram, Deshcamps, Blanc, Barthez ve beyaz kafa Wiltord'lu çekici kadrosuyla popülerdi. Nuno Gomez, Rui Costa, Secratario (sekreteryo) de Portugal'ı seçme sebeplerimizdi.

Mahallece giderdik mahallenin plesteyşıncısına, dökerdik saatlik paraları, bu efsaneleri kapıştırırdık işte. Eminim yalnız değildik. Ödetine yapardık, cipsine, kolasına, tasosuna yapardık. İşin içine iddia girince mutlaka kavga çıkardı. Tabii oyunda azdırdığımız futbol libidosunu, gider mahallenin toprak arazisinde gecelere kadar top peşinde koşturarak sakinleştirirdik. Ki bu da şu yazıya tekabül ediyor. Zaman geçtikçe babalara birer tane aldırıp evlere yerleşmiştik. Turnuvaları, ölümüne maçları evlere taşımıştık. Plesteyşını olmayanlar boynu bükük kalırdı, ama elbet aramıza alır, onlara da kısa bir maç yaptırırdık.


3 yorum:

Spicoli dedi ki...

Hayatta en çok ustalaştığım şey bu winning eleven 4'tür herhalde. O kadar çok oynadım ki tanıdığım oyuncuların adlarından, düşüne düşüne birçok japon harfinin latin alfabesindeki karşılığını çıkarttım. Hala da unutmam hatta. Gün de ortalama 3 saat falan oynardım. Evde vardı tabi. Yoksa nereye para yetişicek o yaşta her gün 3 saat.

Major dedi ki...

bahsettiğin zamanlar fifa'nın altın zamanları değil miydi çağlar neden winning oynuyordunuz ki? =)))))

biz fifa 99 takılırdık ondan sonra 2000'de türkiye ligi olunca ayrı bir yer etmişti oyun gönlümüzde. ama galatasaray yoktu fifa 2000'de.. =))))))

Çağlar dedi ki...

Valla bizim için ve benim için hiçbir zaman "Fifa'nın zamanı" diye birşey olmadı. Biz Winning Eleven'cıydık, hala da öyleyiz.

Ayrıca GS'ın olmadığı tek oyun 2000'dir heralde zaten. Nitekim genelde sadece GS olurdu oyunlarda Türkiye'den.