25 Eylül 2008 Perşembe

ABD, İngiltere, Türkiye

Kaç zamandır yapmak istediğim birşeydi bu, kısmet bu blog'aymış. Bu bir yaşam tablosu... 3 ülkenin ana hatlarıyla yaşam standartlarının karşılaştırıldığı bir makale diyelim.

İlk mesajımda belirtmiştim, yineleyim. Amerika'da doğmuşum, 2 yaşıma basarken Türkiye'ye taşınmışız. Daha sonra geçen sene babamın işlerinden ötürü İngiltere'ye, Bolton'a taşındık. İşler İngiltere çapında değişti ve Londra'ydı bir sonraki durak. Son olarak, bu yazın sonunda geri döndüm Amerika'ya. Babamın işleri, gene.

Farklı yerlerde yaşamanın epey avantajı var. Saymakla bitmez. Ama dezavantajları da beraberinde getirir. Hangi ülkeye gittiğiniz önemli değil, her yerin ayrı bir güzelliği, özelliği vardır. İngilizlerin uçuk kaçıklığına katılmak çok zevklidir, Amerika'nın ise rahatlığında-kumanda hayatında yaşamak fena rahattır. Türkiye'nin yemeklerinden bahsetmeden olmaz. Peki teknoloji, Türk Telekom yüzünden ömrünün 3-4 senesini kaybetmeye değer mi? İngiliz-Amerikan kızların güzelliğine diyecek var mı? Peki ya sevgilin yanındaki erkek arkadaşının kucağına oturursa, dudağından öperse...

Böyle gider bu... Ne zaman yurtdışında yasadığımı söylesem, insanlar derin bir 'offf' çekiyor. Oysa birşeyin kıymetini, onu kaybedince anlıyor insan. İnanın bana! Mesela demin Türk Telekom'un internet servisinden bahsettim, eleştirdim. Bana hak veren 80 milyon kişi bulurum Türkiye'de, bundan da eminim. Ama İngiltere'de evime internet bağlatmam tam 5 hafta sürdü, bağlandıktan 2 ay sonra da 3 haftalık bir çöküş yaşadı! Aynı şekilde Amerika'da IKE kasırgası çıktı burada, tam 2.5 haftadır elektrik yok evimizde, amcamlardan yazıyorum şuan zaten. Türkiye'de Digitürk'ün 2 gün ertelediği servisi görmemiştim. Elektrik-su birkaç saat gidiyor diye yakınırken, 1-2 güne razıyım şu durumda.

Neyse, konumuza geri dönelim biz. Ben Mekanik Mühendisi olmak istiyorum, seneye de olacağım burada bir üniversiteye girerek. Buradaki en büyük keyfim NBA maçlarıdır. Kombinemi alırım. Arabaları severim, Ford Mustang'e bayılırım. Arabanın benzinini unutmayacağız. Uydunun canını okuyan Dish Network olmazsa olmazlardan. Güzel bir müstakil ev fena olmaz. İnternet son sürat olacak, kıyafetler Abercrombie ve Hollister'dan alınacak, yemekler de düzgün restaurantlarda yenilecek. Tabii bir de sevgili masrafları.

İşte, bunların bedelleri bu üç ülkede nasıldır, neye kaç para verilir, gireceğin meslek dalıyla bunları karşılayabilir misin, bunu araştıracağız hep beraber. Başlayalım memleketten diyeceğim ama kahredecek sonuçlara dayanamayacağınızı düşündüğümden ötürü sona saklıyorum, fazla da detaya girmeyeceğim zaten Türkiye için; bilindik şeyler sonuçta. İngiltere'den başlayalım biz.

İngiltere



Evden başlayalım. İngiltere'de öyle apartmanlar filan yoktur, nadiren rastlanır ama genelde lüks bina şeklindedir onlar da. Ev townhouse şeklinde olacak, semi-detached olacak yani bir villanın yarıya bölünmüşü sizin olacak, kendinize ait ufak da olsa bir bahçeniz olacak ve evinizin yan sokağına arabanızı parkedebileceksiniz.

Evi Londra'da aramadım, dünyanın en uçuk fiyatlarıyla karşılaşırdık belki de, 2 odalı apartman dairesi için 4000 pound istediklerini hatırlarım. Manchester iyidir diye düşündüm. Manchester'ın göbeğinde, en ünlü yerlerden biri olan Victoria meydanı civarında bir semi-detached ev. 5 odalı, mobilyalı. Satın almak bu yaşta saçma olur dedik, mortgage sistemi yok, kiralamaya mecburuz, ayda 1785 pound.


Geldik arabaya... 24 yaşının altına 1.4 litre motordan fazlasını vermiyorlar, bu konuda kuralcı bir millet. Almak istedik diyelim 3.0 litrelik bir araba, ödeyeceğiniz sigorta miktarı ayda 2500 pound'u bulabiliyor, bilmem anlatabildim mi... Bu arada genellikle kabul dahi edilmiyor yüksek miktar bile. Bu bakımdan alınabilecek en lüks araba Nissan Micra-Toyota Yaris vb. birşey. Ayda 150 pound ödüyoruz sigortasına, kendisinin kirasına ise ayda 595 pound. Kiraladığımız için ortak bir bedel ödüyoruz, sigortayı biraz daha ucuza patlatıyoruz, 700'e geliyor ikisi. Benzin konusunu es geçmeyelim. İngiltere'de toplu taşıma rahat, arabaya gerek yok bazı yerlere giderken, bu bakımdan ayda en fazla 750 mil yani yaklaşık 1250 km koyacağımızı varsayıyoruz arabaya. Benzinin litresi 1.19 pound, Micra fazla yakmaz, bir litreyle 8-9 km gideceğini düşünürsek yaklaşık 140 pound'lık bir benzin faturası çıkıyor ay sonunda. Biz bunu 150'ye yuvarlayalım.


İngiltere futbolun cennetidir, United'ın olduğu şehirdeysen, Old Trafford'a gitmemek ayıp olur. Ayda 4 kere Old Trafford'a gitsen, taraftarlığını yere getirmek adına, vereceğin fiyat maç başına 45 pound'dan 180 pound olacak. Büyük maçlarda 55+ olur, biz bunu da garantiye almak adına 200 pound'a yuvarlayalım.

Son olarak en önemli şey, çalışmak... Genellikle, Gen mühendisliğini ve bu tarz elit zımbırtıları okuyanları çıkartırsak, İngiltere'de insanlar kariyerlerine 2000 pound civarı bir maaşla başlıyor. (Asgari maaşın ayda 1200 pound olduğunu da unutmayalım.) Tabii bu meslekten mesleğe değişiyor, ülkede benim gibi Mekanik mühendisi adam az, maaş artacak elbette. 2500-3000 pound arası bir maaş yapıyorsun. Ama kendi patronun olmazsan olmaz, maaşların artış oranı kötü, tavan maaş bir mühendis için 4500-5000 sularında, o da tecrübeli biri olursan tabii.

Sonuç vasat... Evin desen, güzel ama o kadar da konforlu değil. Araban desen sıfırın altında -1. Benzin de vasat; ne pahalı ne ucuz. Old Trafford'da maç izlemek Master Card'a göre paha biçilemez olabilir ama paha biçilebiliyor kolaylıkla, maaşımın neredeyse %10'u! Tüm giderleri topluyoruz, 2835 pound'a patlıyor bize sadece ev-araba(sigorta&benzin)-kişisel zevk(futbol)... Yemek olsun, sevgilin olsun; teknolojik esyalar olsun, kıyafet olsun birçok şeyin katılmadığı bir tablo bile 2835'i bulabiliyor. Kritik olay ise maaşın neredeyse giderlerden az olması. Ya Manchester'dan kısacaksın gideri, yada oturduğun mahalleden. 2400'lere düşürülür lakin yaşayıp yaşamadığını anlamayabilirsin sonunda. Kısacası bu yolun sonunda bankadan veya aileden kredi çekmek var. Başka kapıya...

Amerika


Ev... Amerikan evleri, Amerikan mobilyası, Amerikan mutfakları vb. birçok terimi duymuşuzdur Türkiye'de. Merak ederdim acaba ne bok var diye, haklılarmış, varmış bir bildikleri. Öncelikle, bildiğin Türkiye'deki villa tipi ev var kamyoncuda bile. 'Evsizim abi' diyebilecek insan yok sokakta, evin olmaması imkansız, adama dalarlar yani. Evler ucuz mu? Bildiğiniz Türkiye'deki villalar burada 200 bin dolar. 3-4 odalı, 2 salonlu, 2 klozet 1 banyolu, bahçesi standart sayılacak, garajlı bir ev. 8-13 odalı evler var, onlar bile 400-500 bin doları geçmiyor. Havuzu var, bahçen değil ormanın var, garajın Türkiye'deki otopark mafyasına hedef olabilecek büyüklükte ve rahat rahat basketbol potanı koyup 5'e 5 maç yapabileceğin bir alan var garajın önünde. Son olarak, 500 bin dolardan başlayıp 800 bin dolara kadar tırmanabilen devasa evler var. Bunların değerinin artmasının 3 temel sebebi var: lokasyon, arsanın büyüklüğü ve evin içinin adeta bir bilgisayar olması. Arsa büyüklüğüyle kastettiğim şey 3 standart apartmandır. Evin teknolojiyle donatılması da manyak bir olay tabii. Her odanın ama düşünebileceğiniz her bölgenin özel kliması olması, evdeki her türlü teknolojik eşyayı sadece tek kumandadan yönetebilmeniz, havuzunuzun Phelps'inkiyle aynı temizlik motorunu kullanması, evin içinde sauna-jakuzi veya bir iç havuz olması, absürd noktalarda LCD ekranların olması, evin tüm alanına dağılan subwooferlar sayesinde evi çınlatabilecek bir müzik sisteminin olması falan filan... Saymakla cidden bitmez. MTV Cribs'dekilerden bir farkı yok işte.

Bizim sevgili var, henüz evlenmedik, aynı evde yaşıyoruz, çocuk oldu olacak diyelim. 3-4 odalı birşey yetse de, gösteriş meraklısı olduğumuz için 8-15 odalı tarza sahip evlerden tutacağımızı varsayalım. Öncelikle kimse ev satın almaz. Ya bankadan kredi alınır yada bir nevi aynı hesaba gelecek olsa da mortgage sistemine başvurulur. Tabii başka bir seçenek ise kira. Bizim için her türlü hava hoş ama göçebe bir hayata sahip olduğumuzu varsayarsak evi krediyle satın almanın mantıksız olduğuna varabiliriz. Mortgage sisteminin makul olduğunu düşündük, ona karar verdik, kira öder gibi ev satın alacağız ne güzel. Evin değeri 320 bin dolar diyelim, 11 odalı, 3 salonlu, Los Angeles'ın biraz dışarısında. Garajı büyük ve ferah, 2 araba rahat sığıyor. Önünde de normal büyüklükte bir garaj yolu var, oraya da basketbol potamızı yerleştirdik. Evin içi lüks, mobilyalar kaliteli. Havuzumuz var, temizlik motoru son model olmasa da fena sayılmaz, 20 dakika sürmüyor tamamını temizlemesi. Tramplenimizi eksik etmedik.

Mortgage sisteminin detaylarına ayrı bir paragraf gerekir. Mortgage olduğu için bir faiz bedeli koyuyorlar elbette. 320 bin dolarlık bir ev, yaklaşık 460 bin dolara patlıyor sonunda. Önce 30 bin dolar peşinat istiyorlar. Makul mu makul... Kalan 430 bin doları ise 30 yıla bölüyorlar. 30 yıl demek, ayda1200 dolar demek. 1785 pound (3500 dolar) dolarlık İngiliz mağarasından sonra malikaneye 1200 dolar vermek şaşırttı, sevindik. Olası bir göç durumunda ne olacaktı? Ödediğimiz kadarını satacaktık, başkasına devredecektik kalanını, bir problem teşkil etmiyor bu durum da.


Ev halloldu, garajına koyacağımız alete bakalım. Arabalar fena ucuz, seçenekler bol, kişiden kişiye değişir tabii. Mustang hastasıyım, taktım kafama Mustang'i. Standart paket olmaz; yarış paketi olacak, spor jant-teker barındıracak, farlar xenon, koltuklar deri... Otomatik vites rahatlıktır, otomatik olacak. Standart versiyonunu istemem, Mustang GT Premium olacak. Motoru 4.6 Litre olacak, 350 beygir basacak. Ve sadece 30 bin dolara patlayacak! Lease etmeye karar veriyoruz. 3 yıllık bir lease programına giriyoruz ve 3 yıl boyunca ayda 550 dolar ödüyoruz arabaya. 3 yıllık sürecin sonunda 15 bin dolar verirsek araba bizim oluyor, vermezsek araba elden gidiyor. Vermemeyi, sürecin sonunda başka bir araba almayı tercih ediyoruz tabii. Sigorta İngiltere'den ucuz, 1.4 litre de değil 4.6 litre motor. Bal kaymak diyoruz. Sigortayı da ayda 125 dolara getiriyoruz.

Benzin... 'Sudan ucuz' terimini gerçeğe dönüştürecek kadar ucuz. Benzinin an itibariyle galonu 3.6 dolar. 1 galon 4 litreden biraz fazla yapıyor, yani litresi 90 cent'e geliyor. Türkiye'de 1 litrelik Erikli'ler ise 1 YTL. Sudan ucuz cidden, eheh. Yalnız bir sorun var, Amerika'da toplu taşıma yok. İngiltere'deki lüksümüz olmayacak. Tabii Avrupai anlayış da yok burada. İşe gideceğim yerle evin arasındaki mesafe yaklaşık 20 mil, yani 32 km. Gidiş dönüş 64 km. Arabanın benzin portföyü Micra'nınki gibi değil, 1 galonla 18 mil gidebiliyor. Yani 1 litreyle 6-7 km gidiyor bu meret. Günde 64 km sırf iş. Ayda 20 gün gideceğiz işe, 1280 km eder. Bir de harici kullanım, en az 1500 km. Yaklaşık 210 dolar gidiyor benzine, cebimiz yandı. Benzin ucuz ama gidilecek yerler uzak, klasik Amerikan yaşamı. Market için 10 km, iş için 32 km, tenis kompleksi için 25 km, sinema için 15 km... Nerede toplu taşıt, nerede taksi, nerede yerleşik toplu tesisler. Avrupa'ya özendiğimiz ilk ve belki de tek konu oluyor böylece bu. Allah'tan benzin sudan ucuz da o kadar zarar görmüyoruz.


LA'de yaşıyorsak bunun tek nedeni var... Sarı-Mor renklerle akan bu kanın, Lakers maçlarına gitmemesi ayıp olur. Karşı kıyıda bir zavallıyken ancak 4 tane futbol maçına gidebiliyorduk ayda. Yaşam standartları o kadar yüksek değil sonuçta. Burada durum değişiyor, tek tük değil kombine bilete alıyoruz. Sahaya yakın yerlerin fiyatı 7.700 dolar. Ağızlar uçukluyor, Jack Nicholson babaya şimdilik 'Olmaz' demek zorunda kalıyoruz. Orta bölümler güzele benziyor, en azından forma numaraları seçilebiliyor çıplak gözle, tamam diyoruz ve 2.300 doları bayıyoruz. Ama sonuç olarak 4 değil 41 maçı görmüş oluyoruz, Hollywood'un eteklerinde. (Playoff'lar için de özel bir indirim alıyoruz. Final'e çıkacağımızı varsayarsak en azından 10 maça gitmiş oluyoruz ve bu maçlar için indirimli fiyat olan normal sezon tarifesine anlaşıyoruz.) 2.300'ü de NBA'in oynanacağı 5.5 aya bölmek yerine 1 yıla bölüyoruz sabit bir aylık fiyat çıkarabilmek adına. Ayda 100 dolara patlıyor bu bir sezon bize.

Son olarak çalışma mevzuusu. Amerika'da da İngiltere'deki kadar olmasa da mühendislere ihtiyaç duyuluyor. Ancak maaşlarda şirketten şirkete bir farklılık olmuyor, daha düzgün bir şablon var ortada. Asgari ücretin 1200 dolar olduğunu görünce, Community College'a gidenlere selam yolluyoruz, yolumuza devam ediyoruz. Bakıyoruz çizelgelere, Bachelor's degree almış yani 4 seneik üniversiteyi bitirmiş bir mühendise verilen ilk maaşın 3500-4500 dolar olduğunu görünce havalara uçuyoruz. Mekanik mühendisliğinde çalışacak olmak avantaj, daha fazla kazanacak dilime giriyoruz. Ama asıl sürpriz sonradan geliyor, maaşın artma oranı. 40'lı yaşlara gelinince maaşınız 9-11 bin dolar arası bir hale geliyor. O zamana kadar kendi işimizi kurarız diyoruz ama yedekte kalması fena da olmaz hani diyerekten cebe atıyoruz.

Burada durum apayrı bir konumda. Lüks ama ucuz... Nasıl yapıyorlar, işte orasını bilemiyorum. Dalga geçiyoruz da, resmen sudan ucuz benzine sahip olan bir ülke. Neyse, toplayalım ana giderleri. 2185 dolar ediyor toplam. Cidden olağanüstü. İngiltere'deki şartlarda yaşamaya çalışsak Amerika'da(ki mümkün değil, evlerin en kötüsü villa, arabanın en düşük motorlusu 2.0 Litre) cidden 400-500 dolar harcarız demek ki ayda. Neyse, uzun lafın kısası, Amerika'da bırakın 'geçinebilmeyi', ilk maaşınız olmasına rağmen para biriktirebiliyorsunuz. Kaldı ki çocuğu olmayan bir insan büyük eve taşınmaz, kimse ilk araba olarak Mustang almaz. LAL kombinesi de olağanüstü bir lükstür.

Türkiye

Geldik bize...

Açık ara sonucun ne olacağı belli aslında ama yazalım haydi. Eşi benzerine az rastlanan, muhteşem bir ülkeydi Türkiye. Ama şu son 20 yılda gelinen nokta içler acısı. Hiçbir umut ışığı da yok maalesef. Şuan Türkiye'de yaşamaya devam ediyor olacaktım eğer ekonominin durumu bu kadar kötü olmasaydı. Boğaziçi-ODTÜ mezunlarının işsiz kaldığı yerde, İTÜ seviyesinde bir üniversiteyi kazanacaktım, bu da açıkçası beni pek sarmadı ve Amerika'ya geldim, kendi rızamla. Keşke zorunda kalmasaydım...


Ev. İngiltere'de evler müstakil ama aran dar. Tabii semi-detached olduğu için de yanına yapışık bir komşun var. Amerika'da tam müstakil evler. Aradığın herşey var. Türkiye'de ise apartman dairesi. Ucuz olsa tamam diyeceğiz ama artık 300-400 bin YTL'den başlıyor orta sınıf evler. Olacak iş değil! Neyse, biz 2+1 arıyoruz, Acıbadem/İstanbul mevkiinde. 1.450 ytl ayda... Tamam diyoruz, başka çare yok. Evin içi İngiltere'ye kıyasla çok daha güzel. Tonlarca pencere var, evin oda sayısına göre ev gayet ferah. Ama Amerika'yla karşılaştıramıyoruz tabii.


Araba konusu epey bir değişik. Sigorta yine ucuz olmasa da İngiltere'ye nazaran ucuz. Kurallar da gevşek, lstediğin motoru kullanabiliyorsun. Ama arabalar fena pahalı. Geliş fiyatları 20-30 bin iken gümrükten geçtikten sonra asılan etiket 60-70 oluyor. Orada duruyoruz... Araba bize lüks diyerek, toplu taşıta başvuruyoruz. Akbile ayda 200 ytl koymanın yeterli olacağını düşünüyoruz, bir de erişemediğimiz bir yer olursa taksiye geçiyoruz, ona da ek bir 50 ytl ayırıyoruz ay başına. Sigorta ve benzinden yırtmış oluyoruz.

Çok sıkı bir Galatasaray taraftarıyız. Ama ne bir mabed var ne birşey. Old Trafford ve STAPLES'tan sonra karşımıza çıkan şey bir yanı bir yanına uymayan Ali Sami Yen Stadyumu oluyor. Kem küm ederekten de olsa, sabahleyin traş olurken kestiğiniz yerden çıkan kan aklınıza gelince ikna oluyorsunuz ve gidiyorsunuz Biletix'e. O da ne? Kapalı'da oturmak 150-200 YTL. Asgari ücretle 3 maça gidiliyor, öyle mi. Vazgeçiyorsunuz, traş yarasına da bir yarabandı çakıyorsunuz. En büyük zevkinizden, tribünde maç seyretmekten mahrum kalıyorsunuz. Digitürk'ü almak gerekiyor artık, o da ayda 80 YTL. Canınız yanıyor, o paraya tribüne giderdim diyorsunuz ama birşey yapamıyorsunuz.

Son olarak iş. Hani bunca saçma pahalılıktan sonra işin iyi olmasını mı bekliyoruz? Hayır tabii ki. Asgari ücretin ne durumda olduğu belli. Artık iyice kalabalıklaşan nüfüsta boş pozisyonun olmadığı da aşikar. Ortada kalıyorsunuz. 1500 ytl verecek bir firma bulursanız şükrediyorsunuz. Arabanız, kombineniz olmamasına rağmen açıkta kalıyorsunuz. Buna dünyanın resmi olarak en pahalı internetini, elektriğini, suyunu ve vergisini de ekliyorsunuz; Bakırköy'e gidip, Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne yatıyorsunuz.

5 yorum:

CaRtMaNtR dedi ki...

Yaşam tarzı ve harcamaları bir kenara bırakalım. İşin bide işletme okumuşlar için kazanç kısmına bakalım. Ben İstanbul İşletme mezunuyum. Yine İstanbul Üniversitesinde Finans Masterına devam ediyorum. İyi derecede İngilizce var. Pcye saatli bomba muamelesi yapmam. Ama yinede pek çok yere göre başlangıç için iyi sayılan maaşımda bile brüt rakam 2000 ytl. Ha aile ile yaşayınca ve böyle sevgili derdi olmayınca arada kafaları çekmek ve bol bol DVD almak için çok ciddi bir bütçe sahibi oluyor insan.

Adsız dedi ki...

harika yazmissin ya eline saglik..

phildayi, egemen

organic soap dedi ki...

gerçekten güzel bir yazı olmuş çağatay.insanın yurt dışına taşınası geliyor.

everton dedi ki...

cok iii süper olmus bunu okuduktan sora abd eye gitmek içten diil! :DD

Emir dedi ki...

cok güzel bir yazı gerçekten,eline saglık..