29 Ekim 2008 Çarşamba

Yolun sonu!


Zaten okul-iş mevzuuları yüzünden bir süredir bloga ağırlık veremiyordum. En nihayetinde olayları yoluna sokmuştum. Ege Üniversitesi'ne bir şekilde yerleşip, aynı zamanda part time çalışarak durumu idare edecek şekilde ayarladım durumlarımı. Ama sabah zaman zaman sabah 6'da kalkıp, eve 11'de girmek falan internet hayatıma ara verdirecekti mecburen. Üstüne de Blogger'ın yasaklanma olayı geldi, iyice hevesim kaçtı.

Şu anda okulum 2. öğretim olduğundan akşam 5'te başlıyor. Bazı günler 10'da, bazen 9'da, 8'de falan bitiyor. Haftada 4 gün de işim var. Haftasonu 2 gün çalışıyorum, bir de hafta içi 2 gün sabahçı olarak çalışıyorum. Hafta içi hergün de okul var tabii. Yani hafta içinin 5 gününden 2'sinde hem okul hem iş oluyor. Sabah 6'da kalkıp işe gidiyorum, 4'te iş bitiyor, 5'te okula yetişiyorum, okuldan da akşam 9-10 civarı bir saatte çıkıyorum. Yani "sabah 6, akşam 11" mesaisi.

Ama tabii yine de zaman ayırıyorum internete. Örneğin hafta içinin 3 günü sadece okul olduğundan sabah istediğim saatte kalkıp, akşam üzeri 4 gibi çıkıyorum evden. Tabii bir de internette NBA mesaim var. Özellikle kurucularından biri olduğum LakersTR.com'a ve Lakers'a zaman ayırmak zorundayım. Bu nedenle blogu daha fazla hayatta tutabileceğimi sanmıyorum.

Destekleriniz için sağolun.

Not: Blogu kapatmıyorum. Belki TY arada birşeyler karalar. Karalamasa da arşiv tadında dursun. Sonuçta benim için çok değerli 600 civarı post var. Aylar, hatta yıllar sonra girip girip okurum, bugünleri anarım.

27 Ekim 2008 Pazartesi

Yasak

Üzgün olmamak elde değil. Ne olacak bilmiyorum... Blog, diğer bloglar gibi, devam edecek kesinlikle. Ama bu adreste, ama başka bir yerde. Gelişmeleri takip ediyoruz biz de, hareketleneceğiz duruma göre. Bizden ayrılmayın.

23 Ekim 2008 Perşembe

...Ama skor yakışmadı

Galatasaray 1 - 0 Olympiakos

Galatasaray, belki 2002'den beri hiç bu kadar net üstün olduğu bir Avrupa maçı oynamamıştı. Ciddi rakiplerden bahsediyorum tabii. Gerçi ne söylesem herkesin bildiği şeyler çıkacak klavyemden ama öyle yani. Herkes muazzam oynadı, kanatlar süper çalıştı, müthiş organizasyonlar ve harika bir mücadele vardı sahada Cimbom adına. Yani mütevazı bir tahminle 4-0'lık falan maçtı.

Takımda kusursuz bir kadro var gerçekten. Avrupa'da başarı, hatta hedeflenen UEFA Şampiyonluğu için dahi yeterli bir kadro. Çok derin ve rekabet ortamı olan bir kadro. Gelecek adına çok umut verici bir durum. Tabii kadro iyi, sahaya konulan oyun iyi olunca teknik direktör de konuşulmuyor, başarılı sayılıyor.

- De Santcis'e çok iş düşmedi zaten, hele ikinci yarıda maçtan soğuyunca son dakikada bir hata yaptı, neyse ki içinde patlamadı.
- Meira-Ayhan ikilisi bir çift olarak geride çok başarılıydı.
- Servet-Emre de hatasızdı neredeyse ama Servet hala saatli bomba.
- Arda-Kewell ikilisi muazzamdı. Hiç oyundan düşmeden 90 dakika boyunca aralıksız saldırdılar, saldırabildiler.
- Lincoln'ü beğendim. Hakan Ünsal kusursuzu hiçbir şekilde beğenmese de, beğenilmeyecek gibi değildi. Mücadele etti, her yere koştu, iyi pozisyonlar hazırladı ve her pozisyonun içinde bulunmaya çalıştı.
- Baros yine "bir santrafor nasıl gol atmadan süper oynar?" sorusunun cevabını verdi, Trabzon maçından sonra 2. kez.

Önü açık Cimbom'un. Bakalım...

19 Ekim 2008 Pazar

Derbi #2

Galatasaray 3 - 0 Trabzonspor

Dediğim gibi oldu. Tahminimin, futbolun ötesinde olduğunu söylemiştim. Galatasaray daha iyi ve dengeli bir futbolla aldı maçı. Trabzon'un fazla "havalandığını" da söylemiştim. Trabzonlu arkadaşlar alınmasın, taraftarı da fazla uçtu çünkü. Hiçbir ciddi rakiple oynamamasına rağmen ortalığı delip geçen bir takımmış görüntüsü verildi Trabzon'a medya tarafından. Taraftarı da bu rüzgara kapılıp gitmişti. Açıkçası uyanmaları iyi oldu. Takımın da bundan birşeyler çıkarması adına iyi olacak. Galatasaray da önceki haftalara göre umut veren bir 90 dakika geçirdi.

Ara falan girmesin de artık izleyelim şu ligi sürekli şekilde.

Kate Moss @ İstanbul Hamam


Fotoğraf: Mert Alaş ve Marcus Piggott
Yer: Bir İstanbul Hamamı

18 Ekim 2008 Cumartesi

Geliyor... 4. kez!


The Bourne Identy, The Bourne Supremacy, The Bourne Ultimatum...

Öyle müthiş aksiyon sahneleri içeren 3 filmdi ki, kimse "oha lan nasıl ölmez?" cümlesini söyleme fırsatı bile bulamadı filmlerde. Serinin son filmiyle ilgili ilginç bir anım var. Benim ilk 2 filmden haberim bile yoktu, sinemada rastgele gittim 3. filme. Arkadaşlar da "bak bu adamın aynı hikayede 3. filmiymiş, iyi diyorlar" dedi, girdik biz de. Öyle de bir uykum vardı ki geceden.. Başlarında işte o kaçtığı, medikal mekana girdiği sahnelerde falan resmen uyukladım bir ara. Sonra gözümü o sniper'la mağazada adam indirilen sahnede açtım. Bir kaptırmışım ki o andan itibaren, ışıklar yanıp film bittiğinde, abartmıyorum direkt yanımdaki arkadaşa "n'ooluyo amına koyim?" dediğimi hatırlıyorum. Sonra koşa koşa eve gelip 3 filmi birden indirdim ve sırasıyla baştan izleyip olayı tamamen kaptım. Yine de en iyi film, aksiyon bakımından 3. filmdir bence. Hayatımda izlediğim en acayip aksiyon sahneleri bulunan filmlerden biri.

Ve evet, başlık doğru söylüyor. Matt Damon 4. filmi çekmeye hazırlanıyormuş. "Ulan bu sefer ölsün bari" diyen realist arkadaşların sesini duyar gibiyim. Bu sefer Jason Bourne'u öldürebilene cennetin altın anahtarını veriyorlarmış diye söylediler bana. Ödül olarak biraz daha büyük birşey düşünülebilirmiş.

Gündem yavşaklığı


Daha önce futbolla ilgili konuda birşey söylemiştim. Demiştim ki, "Türk Milleti olarak duygularımızı aşırı yaşayan bir topluluğuz. Üzüntümüz fazla depresip, sevincimiz gereğinden fazla coşkulu oluyor." Aynen de öyle. Olayları öyle büyütüyoruz ki, bazen şaka olup olmadığını düşünüyor insan.

Hülya Avşar'ın Başbakan'a "kedi gibi masum görünüyor" demesinin yarattığı olaylara bakın Allah aşkına. Aman efendim "ülkenin başındaki insana nasıl 'kedi gibi' denir?" , yok "AKP, Avşar kızının söylediği lafa ayağa kalktı." , "Erdoğan'ın cevabı ne olacak?" vs... Yahu ne oluyoruz? Sanki kötü birşey söylemiş. Belki de "bir lider için yeterince agresif görünmüyor" demek istedi. En fazla bu olsa bile, bunda bile büyütecek birşey yok. Ne yönetim şeklini eleştirmiş, ne durumuna parmak atmş. Sadece dış görünüşünden bahsetmiş, ki aşağılayıcı bir bahsediş de değil. Bu kadar mı midemiz dar? ABD gibi bütün dünyanın başkenti olan bir ülkede başkan için ayan beyan söylenenleri görmüyor muyuz? Millet canlı yayında hakaret ediyor, Bush'un savaşçı zihniyetine lanet okuyor... Anti-Bush grupları, grup olmaktan çıktılar, eyalet oldular yıllardır. Bizde söylenen "başbakanın kedi gibi bir hali var" cümlesi bile 1 haftalık ağır siyasi-magazin gündemimizi oluşturuyor. Yazık.

"Gündem olsun, siyaset ve magazinle ilgili olsun, nasıl olursa olsun."

Reklam #3

17 Ekim 2008 Cuma

Vecize #16


Aragones'in müdahale edilmemesi halinde başarılı olacağına inanıyorum. Aziz Yıldırım'la tanışmadım fakat o sert görünüşünün altında melek gibi bir insan yattığına inanıyorum.
- Dansöz Asena

Cepten yemek?


Başlık aslında pek uygun değil ama Galatasaray için övücü bir başlık kullanmak da istemedim herşeye rağmen... Olay şu; Cimbom, Ocak ayında Dubai'de düzenlenecek özel bir futbol turnuvasına davet edilmiş. 1 milyon dolar gibi ciddi bir para ödülü de var. İşin esas bomba olayı turnuvaya davet edilen diğer takımlar Milan, Bayern Munich ve Feyenord. Cidden büyük olay. Bu da Galatasaray'ın, her ne kadar son yıllarda Avrupa'da ölü durumda olsa da 2000'lerde Avrupa'ya koyduğu ambargo sayesinde hala Türkiye'nin Avrupa'daki en prestijli takımı olduğunu gösteriyor bir bakıma.

Bahsetmek istediğim olay, futbolcular umarım bu turnuvada ter dökerken bu ruhu anlayabilirler ve neden orada Milan'la, Bayern'le aynı grupta mücadele ettiklerini anlarlar. Çünkü Türkiye hakikaten o günleri özledi...

Başlık da oradan geliyor. 2000'lerde kazanılan zaferler, kredi oluşturdu. 6-7 yıldır o kredi kullanılıyor, bu davet de son kuruşlar sanırım...

Neresi burası?!


Mustafa Sandal'ın reklamları hoş, güzel, eğlenceli de millet bazı şeyleri öğrenmek istiyor.. Mesela Mustafa Sandal'dan başka erkeğin olmadığı ve metrekareye 3 tane mini şortlu taş hatunun düştüğü bu koşu parkı neresi? (!)

Allah belanı...


Zamanın ergenlik fantazilerinde sürekli olarak başrol oyunculuğu yapan Britney Spears'ın son çekilmiş "iğrenç" fotoğrafları. Kadında temizlik, vucüt pürüzsüzlüğü, tüyler vs. acayip önem verdiğim, hatta genel olarak verilen birşeydir. Hatta bende ilginç olarak, hatunların kaymak gibi koltukaltlarını görmek özel bir şehvet uyandırır (Bkz: Rosario Dawson). Şu görüntü ise anca mide bulandırır. Allah cezanı versin.

16 Ekim 2008 Perşembe

Amatör Parçalar #2


(Şarkıda şöyle bir hata var; son 2 küsür dakikası sessiz, şarkı ilk 2 dakikada çalıyor)

Yukardaki şarkı, bir aralar çıkan Kalbime Gömerim, Hayalet Sevgilim tarzında amatör, nette dolaşan bir çalışmaymış. Ayıptır söylemesi geçen gün 15 yaşındaki kuzenim "al Çağlar abi dinle bak süper şarkı" diye gönderdi. Dinledim hakikaten de hoş, sade bir melodi üzerine muazzam sözleri olan dinlenesi bir aşk şarkısı olmuş. Nezih isimli kişiye (veya grup, artık neyse) saygılarımı sunuyorum.

Bir hayaldin kalbime
Bak şimdi yanındayım
Ansızın çıkıp geldin
Sanki bir rüyadayım
Yalvarırım tanrıya, mutluluk yolundayım
Hoşgeldin kalbime, güzel yüzlüm

Anlatacak çok şeyim var, dinlemek ister misin?
Söyleyecek çok sözüm vari bilmem ki sever misin?
Ooo ooofff..

Ne yoluna kırmızı halılar serdim,
Ne de
uğruna koca dağları deldim,
Sadece şarkımı söyleyiverdim güzel yüzlüm.

Derbi


Heralde son yıllarda Trabzon'un içinde olduğu en "derbi" denilebilecek maç. Çünkü hiç bu kadar iyi durumda olmamıştı Trabzon uzun yıllardır. Yani gerçekten de lig şartlarında iyi durumdalar, GS içinse aynı şeyleri söylemek zor tabii.

Maç öncesi genelde Trabzon'un kazanacağı yönünde düşünceler hakim. Fotomaç'ın yaptığı yazar araştırmasında Trabzon öndeymiş vs.. Bense bu maçı Trabzon kesinlikle kazanamayacak diyorum. Galatasaraylı olduğum için de değil, emin olun. Bunu futbolla açıklamak da zor, çünkü veriler Trabzon diyor.. Ama öyle. Tek bir engel var Cimbom'un önünde, o da milli takım arası. Bir ton oyuncusu Çarşamba'dan kalma olacağından bu sorun teşkil edebilir. Trabzon'un ise milli takım sorunu Cimbom'un 3'te 1'i kadar değil. Bunun dışında GS'ın yaşadığı konsantrasyon sorunu da olmayacak böyle bir maçta. GS, takım oyunu olarak hala umut saçamasa da, Trabzon'un da ciddi bir maç oynamışlığı yok. Beşiktaş maçındaki al gülüm, ver gülüm ile alınan 0-0'lık sonucu saymıyorum.. İlk kez bu kadar ciddi bir rakiple oynayacaklar. Ben Cimbom'un alacağını iddia ediyorum, plase beraberlik, Trabzon'un kazanması ise ciddi sürpriz olur. İddiaya açığım.

- Pazar 19:00

15 Ekim 2008 Çarşamba

Reklam #2



NOT: İlk 2 postun da aynı konuyu taşıması tamamen bir tesadüftür, eheh...

Soccer Simulation 2009


Başlığa bakmayın, bahsettiğim oyun PES 2009. Oyunu etraflıca oynadım. Adamlar efsane oyun yapmışlar. İlk önce şunu söyleyeyim, göze batacak ufak tefek hiçbir terslik, bir hata göremiyorsunuz oynanışta. Geçen seneki kaleci sorunu falan tamamen halledilmiş, iyice futbol simulasyonu haline getirilmiş oyun (başlık da buradan..). Oynanabilirliğin çok üst düzeyde olduğu zaten demo'da anlaşılmıştı. Full'ünü oynayıp teyid ettik.

Hele bir "become a legend" modu koymuşlar ki, tam legend olmuş hakikaten. Fifa'da geçen sene olan "be a pro" olayının aynısı. Ama çok daha güzeli. Sadece tek bir oyuncuyu yönetiyorsunuz. 17 yaşında, yetenekleri minimum düzeyde birisiniz. Görünüş vs. olarak herşeyi en ince ayrıntısına göre yaratıp dandirik bir klüpte başlıyorsunuz. Ben Babyloine gibi bir adı olan takımda başladım. Hazırlık maçlarında göze girmeye çalışıp, transfer oluyorsunuz. Yeni takımınızda da antrenman maçlarında kendinizi beğendirmeye çalışıp kadroya girmeye çalışıyorsunuz, idmanlar dahil her maçtan sonra skill'leriniz yükselmeye başlıyor. Legend olma konusunda ilk adımlarınızı atmaya başlıyorsunuz yani. Maçlarda en mühim şey enerjiyi iyi kullanmak. Öyle takıma yararlı olacağım diye sağa sola, her topa koşan biri olmaya çalışırsanız 60. dakikada götünüzden ter gelir, kenarı alınırsınız. Forvet oyuncuları için ofsayta düşme ve kaçacağı, duracağı yeri bilme olayları çok kilit. Savunma için de yapılacak müdahaleler, kart sorunu vs..

Oyun içi konusunda dediğim gibi demo'da zaten herşeyi anlamıştık, fazla ayrıntıya girmek yok. Çalım atmak çok zor, eskisi gibi adamın yanından geçip gitmek imkansız. Açık alanda falan çalım atmak, adamınız Ronaldo da Messi de olsa çok zor. Eğer adamınız iyiyse, kısa alanlarda çarpraz dönüşlerle rakibi kısa süreli atlatmak kolay sayılsa da tam çalım sayılmaz, çünkü atlattığın anda topu önüne alıp gitmek falan yok, sadece bir anlık kurtulmuş oluyorsunuz. Ayrıntıları oynadıkça daha iyi anlayacağız, şimdilik gözlemlerim bu kadar.

Önümüzde 2 günlük koca izin günüm varken bana uyku yok sanırım.

Yarım asırdır 911...


Hiçbir spor araba 45 yıl boyunca hiçbir isim değişikliğine gitmeden, bir modeliyle zirvede kalmayı başaramadı, Porsche dışında. Koca bir ayrıntı bu. Sadece 911 modeli bu şerefe nail durumda. 1964'te de en tepedeydi, 2009'da da öyle.

Porsche efsane modeli 911'in 2009 modellerini tanıtıma sokmuş. Tabii ki klasik 911 kasa çizgisi aynı. Ufak tefek dış makyajlar ve yapısal değişiklikleri bulunuyor. Dikkat çeken şey hava girişlerinin 2008'e göre büyümüş olması. Ayrıca çok etkileyici bir özellik de yakıt tüketiminde geliştirilmiş. Artık 911'ler 6 değil 7 ileri vitese sahip olup, %13 daha az yakıt tüketecekmiş, ki %13 çok büyük bir rakam. Buna rağmen beygir gücü yine de arttırılmış.

Porş olsun, çamurdan olsun.

Recep's "Bakkıt List"


En çok izlenen film unvanını elinde bulunduran "Recep İvedik"in devamı çekiliyor. Çekimlerine 1 Kasım'da başlanacak film, 12 Şubat'ta gösterime girecek.

"Cinemania" programına konuk olan Şahan Gökbakar, 4 milyon 300 bini aşkın seyirci sayısıyla en çok izlenen yerli film unvanını taşıyan "Recep İvedik"in devam filminin senaryosunun tamamlandığını açıkladı. "Recep İvedik 2", ilk filmden bağımsız bir öyküyü anlatacak. 'Ölmeden önce yapılacaklar listesi' hazırlayıp, bunları hayata geçirmeye çalışan Recep'in maceraları anlatılacak.

Filmin 12 Şubat olan vizyon tarihinde bir gecikme olmayacak. Çünkü yapımcı Faruk Aksoy, daha film çekilmeden sinema salonlarıyla el sıkıştı. Öte yandan Şahan Gökbakar, "A.R.O.G"un "Recep İvedik"in rekorunu geçmesi halinde neler hissedeceği konusunda ilginç bir açıklama yaptı: “Recep İvedik'i geçtiklerinde bir delirme anı ya da buhran yaşamam. Rekoru geri almak için kolları sıvarım.”

Kaynak: Hürriyet

Oha demek istiyorum sadece... Direk Nicholson-Freeman ikilisinin Bucket List'ini çalmış Şahan, eyvahlar ola. 2-3 gün önce Çok Güzel Hareketler Bunlar'daki esprilerin çalıntı olduğu belirtilmişti yorum bölümünde Enes tarafından. Orada 'Olabilir, esinlenme olduğu sürece problem yok, ne yazık ki hepimiz yabancı filmlere odaklanıyoruz, yapacak birşey yok...' demiştim. Esinlenme filan olsa tamam da, daha geçen sene çıkıp epey alkış almış bir filmin direk ana temasını çalarsan farklı bir boyuta girer iş. Açıkçası hiç doğru bulmadım.

Film -yukarıda da belirtildiği üzere- 12 Şubat'ta vizyona giriyormuş. Olağanüstü komik olacağından da eminim, çünkü cidden tam Recep İvedik'lik konu bu 'Bucket List' olayı. Ama keşke daha özgün bir şeyle gelseydi karşımıza.

Yeri gelmişken Şahan ve Recep İvedik serisi hakkındaki görüşlerimi ekleyim. Sinema boyutuna bakarsak takdir edilesi bir iş yapıyor bana kalırsa Şahan. Amerika'da yaptıklarıyla saygı toplayan adamlar, burada komedyen olarak adlandırılırken, Şahan'a bazı kesimler 'şaklaban' olarak yaklaşıyor. İşini nasıl yaptığı önemli değil, güldürüyorsa sanattır bu. Gerçekleri de yansıtıyor aslında... Tabii gişe rekoru da kırıyor! Lakin, röportajlarda veya söyleşilerde kullandığı laflar, küçümsemeler benim de hoşuma gitmiyor, burası ayrı. Yine de sinemadaki başarısına bir gölge vurmuyor. Konusuzluğa gelinirse; dünyada kaç tane komedi filmi belirli, düzgün bir konuya sahip Allahaşkına? Komedi filmi güldürüyorsa başarılır, bu kadar.

Şahan herkesi birbirine düşüren bir herif, eminim bu konuda da herkesin görüşleri ayrılacak. Yorum kısmı eminim kullanılacaktır, kullanın yani...

(Bucket List'i bilmeyenler, daha önce duymayanlar burayı tıklayıversin...)

Orospu Çocukları


Filmin DVD'si internete yeni düştüğü için anca izleme fırsatı buldum O... Çocukları'nı. Az önce bitirdim. Yani ne diyeceğimi bilemiyorum. Buraya 5 paragraflık inceleme yazısı da yazsam tamamı uzun uzun iltifatlarımla dolup taşacak.

Sayın ultra profesyonel sinema eleştirmeni arkadaşlarımızdan beğenmeyenler de olmuştur muhtemelen. Yalnız tek kelimeyle bayıldım. Çocuklar dahil, tüm oyuncuların performansları, diyaloglar, vurucu cümleler, hikaye... Muazzam muazzam. Allah, Türk Sineması'nı böyle yapımlardan mahrum bırakmasın!

14 Ekim 2008 Salı

PES 2009 kucaklarda!


Çok şükür ki oyunun resmi çıkış tarihinden 3 gün önce internete düştü PES 2009'un full versiyonu. Neredeyse 7 GB civarı. Tabii reloaded veya rip olmadığından, oyun direkt kucakta geliyor masaüstüne. Yarasın, her kilobaytına kadar helal olsun. İlgili sitelerden indirebilirsiniz. Bu konuda yeterince bilgisi olmayanlara yorum kısmında yardımcı olabiliriz.

Dangalak #3


Monta Ellis hakkında 'Dangalak' başlıklı bir yazı yazmıştık daha önce, okumayanlara bir fırsat daha...

Yaptığı bu davranıştan ötürü bir ceza alacağı konuşuluyordu. Ceza açıklanmış, 30 maçlığına cezalandırılmış Monta Ellis GSW yönetimi tarafından. Ayrıca bu süre boyunca kendisine para verilmeyecekmiş.

Aferin heriflere, disiplin böyle sağlanır... Adam zaten sakat, en iyi ihtimalle Aralık-Ocak gibi dönecek. Tek başına maç cezasının hiçbir anlamı olmazdı bu bakımdan. Monta'nın dangalaklığına karşılık vermiş oldular böylece. Baron Davis'in gidişine bile göz yumacakları türden bir adamdı, o ayrı ancak yine de hak bir nevi yerini bulmuş oldu, salaklığının faturası olmuş oldu bu ceza. Lakin Warriors elbette zararda hala. Yine ders vermiş oldular herkese. Birçok kulüpten göremeyeceğimiz türden bir davranış, kutluyorum Mullin ve ekibini.

Monta'nın kariyerini anlatmıştım madde madde o mesajımda, yukarıda belirttiğim. En alta bir madde daha eklemem lazım şimdi, 'Ceza yüzünden kaybedeceği para miktarı, 3 milyon dolar...'

Reklam #1



Yeni bir seri başlattık, En İyi Reklamlar serisi... Anlatmaya gerek yok herhalde, başarılı bulduğumuz reklamları koyacağız. Umarım beğenirsiniz.

Miss Wayne Rooney


Resim öylesine, alakasız bir yerde denk geldi. Esas koyma amacım hatunun çok güzel olduğundan değil de, topçu Rooney'e aşırı benzerliğindendir.. Birbirine benzeyen insan çok bulunur da, karşı cinsten olup da bu kadar benzeyen pek olmaz.

Umarım tek benzeten ben değilimdir.

13 Ekim 2008 Pazartesi

AXE

Lynx deodorant... İngiltere'de, geçen sene tanıştık kendisiyle. Tanışmamın nedeni ilgi çekici reklamıydı aslında. Çikolata şeklinde bir adam sokakta kadınların ilgisini çekiyordu, deodorantın da sonunda çikolota kokusunda olduğu anlaşılıyordu falan filan. Süpermarkette de güzel kapları dikkatımı çekmişti, alıvermiştim. Cidden çok güzel kokuyordu, parfüm niyetine kullansan yeriydi hani. Ter mer de tutuyordu, dört dörtlüktü. Sonradan farklı kokularını da denedim, hepsinden de memnun kaldım. Kabın arkasında üretici firmanın Unilever olduğunu farkedince anlamıştım zaten, başarısız bir ürün çıkartmazlardı asla.

Neyse geçen Türkiye'ye tatile geldiğimde deodoranta ihtiyaç oldu, malum uçaklara sokulmuyor. Gittim, deodorant arıyorum, hayıflanıyorum aynı sırada 'Ulan şimdi Lynx olacak...' diye. Bir baktım, tıpatıp aynısı AXE adı altında satılıyor. Meğer ürünün dünyada bilinen adı AXE'ymiş, sadece Britanya ve Avustralya'da Lynx ismini kullanıyorlarmış. (Bu arada hazır değinmişken sorayım, nedir şu isim değişikliğinin anlamı, anlayamadım. Koy işte her ülkeye sabit bir ürün ismi.)

Başarının nedeni Unilever'in adı altında demiştim, açayım biraz. Unilever Calvin Klein'ın parfümünü üretiyormuş 2002 yılında. O sırada kendi deodorantlarına yeni bir şekil vermeye karar vermişler, dolayısıyla da yeni kokularını seçerken de Calvin Klein kokularından esinlenmişler.

Sadece deodorant değil yalnız... Duş jelleri de cidden güzel. Bir de yukarıda belirttiğim 'seyahata deo taşıyamama' olayını da tarihe karıştırdılar, minicik ama işlevi büyük deo'lar çıkartarak. Kapış kapış satılıyor...

Nereden aklıma geldi, anlamadım. Neyse işte, duyduysanız ve kullanıyorsunuz ne ala, şimdi öğrendiyseniz de bir koşu markete lütfen...

PES 09 vs. FIFA 09


Benim için başlıktaki karşılaştırma açısından çok mantıksız bir durum ama elime malzeme geçmişken kullanayım dedim. Üstteki resimde Cristiano Ronaldo'nun Fifa'daki yüzünü, alttakinde de PES'teki yüzünü görüyoruz. Yıllarca "grafikleri daha iyi" denen Fifa'nın bu durumu ilginç tabii. Üstteki CR7, daha çok bizim "tuhafiyeci Harun Abi" imajını yakalarken, alttaki CR7 çok daha fazla benziyor.

Eğer daha fazla malzeme geçerse, bu başlığı seri haline geçirip seve seve kullanırım. Haşırt the blackboard, varan 1.

Alternatif Kazık


Bu aralar kendime araba bakmakla meşgulum, malum ehliyet alacağız 4-5 ay içinde, arabarla epey haşır neşir oldum.

Buralarda yakıt olayı çok önemli. Benzinin sudan ucuz olmasına rağmen, yaşamsal mekanlar arasındaki uzaklıktan ötürü arabalar su gibi içiyor o sudan ucuz olan benzini. Aynı hesaba geliyor bir nevi. Öğrenci adamın da fazla yakan bir araba alması saçma olur dedim, dizelle hybrid'i gözetlemeye başladım, gerek aldığım dergiden gerekse internetteki kaynaklardan...

Sonuç şaşırtıcı. Daha doğrusu iç karartıcı... İkisi de hiçbir şeye yaramıyormuş. Dizelden başlayalım; dizel motor çok sesli, arabanın performansını düşürüyor ve kurşunsuz benzinden daha pahalı, bilindik şeyler bunlar. Dizel araba daha pahalı, bunu da hepimiz biliyoruz zaten. Peki cidden değiyor mu bunca masrafa ve performans düşüklüğüne girmeye? Araştırmacılar 'Hayır' cevabını veriyor. Hatta arabanızı o kadar da kullanmayan biriyseniz, büyük bir zarara girmeniz de mümkün. Tır-kamyon sürücüleri dışında kara geçen de yok gibi.

Gelelim hybrid'e. Farklı birşey umuyordum çünkü apayrı bir hikaye hybrid. Basitçe anlatmak gerekirse arabanız benzinle çalışıyor ancak bu sırada aküye enerji aktarıyor. Sırf benzinle giderken değil, frene basarken bile ortaya çıkan kinetik enerjiden ötürü doluyor akünüz. Bu dolan aküyle elektrik gücü sayesinde yola devam edebiliyorsunuz sonuç olarak. Bakıldığında harikaymış gibi gözüküyor ama yaklaşık -Amerika'da bile!- 4 bin dolar konuluyor bir aracın üstüne, eğer hybrid motoru varsa. Oysa bu arabanın, averaj bir sürücü için, 4 yılda sağladığı tasarruf sadece 2250 dolar! Yani aracı en az 8 yıl kullanmanız gerekiyor kar edebilmeniz için; tabii o hybrid motor o süreç boyunca aynı verimle çalışmayı sürdürebilirse...

Benzinle kalacağız gibi gözüküyor, alternatif yakıtı da torunumun torunu kullanacak herhalde en iyi ihtimalle. O değil de, iyi olurdu futbol adına alternatif bir yakıtın bulunması!

12 Ekim 2008 Pazar

Mezar Tahtası


Görüntü Kavak Yelleri'nden... İzleyenler bilir, Mine'nin babasının ölümünden sonra, dünkü bölümde gösterilen bir kare bu. İzlemeniz de şart değil aslında. Kabaca anlatmak gerekirse, bu Cem Ergun denen adam dünyanın en iyi insanlarından biri. Harika bir işadamı, saygın bir insan. Aşırı da zengin, villada filan yaşayan bir herif işte. Neyse, trafik kazası geçirip vefat ediyor ve ortaya çıkan görüntü bu. Lüks hayatıyla, iş hayatındaki başarısıyla, çevresinin genişliğiyle, ne kadar sevildiğiyle tanıtılan adam vefat ediyor; o kadar da parası var geriye bıraktığı ancak ne yazık ki bir mezar taşı alamıyorlar, cık cık cık. Tahta nedir yahu, nasıl bir gerçekçiliktir bu. Üzerine konan fontta resmen GS'ın parçalı formasından çalınmış bu arada. Her türlü şeye para bulunuyor da şuna mı bulunamıyor. Ayrıntı gibi gözükse de o yönetmenin kalitesini gösterecek şeyler bunlar. Olmasın bir daha.

Hernan Adabale


E-Kitap


Gün geçtikçe yeni bir teknolojik alet daha katılıyor aramıza... Hayatı kolaylaştırıyor kolaylaştırmasına ama bazı değerleri de alıp götürüyor resmen. Tiyatroların sinemaya dönüşmesi, plakların MP3 player olması gibi... Son buluş ise E-kitap. Yaklaşık 2-3 yıldır üstlerinde çalışıldı. Sonunda, tam bir versiyonu, çıkacak piyasaya. Zira basit versiyonları çıkmıştı ve çok da beğenilmemişti. Ancak Sony bunu değiştirecek gibi gözüküyor.

Alet dokunmatik. Büyük bir avantaj bu elbette, kitaptan vazgeçemeyecek insanları kolaylığa davet ediyor. Kendisinden ışıklı, karanlıkta da okuyabiliyorsunuz yani. Kontrastı istediğiniz gibi yapıyorsunuz, güneş ışığından filan etkilenmiyorsunuz. Hem dahili hafızası var, hem de SD girişi. An itibariyle 350 kitap sığabiliyormuş içine, ki inanılmaz bir rakam. Bundan da öte; özel bir fonksiyon sayesinde yazıda önemli bulduğunuz noktaların üstlerini fosforlu şekilde çizebiliyormuşsunuz, yana not alabiliyormuşsunuz. Şarj problemi de olmayacak gibi, 1750 sayfayı tek kalem pille görüntülüyormuş. Yani, averaj bir kitabı 350-400 sayfa olarak hesaplarsak, 5 kitap okunabilecek tek bir kalem pille.

Fiyatı 400 dolar. Elektronik kitap bilgilerine nasıl ulaşılacak, bilmiyorum, lakin normal bir kitaptan çok daha ucuz olacağı kesin, kağıt-kapak-basım masrafıyla uğraşılmayacağı için. Ancak 400 doları geri getirebilir misiniz bu yolla, orası muamma. Yine de konfor için değer gibi gözüküyor. Hele de korsanlarının çıkacağı düşünülürse, sınırsız sayıda kitabı 400 dolar'a okumak hiç de fena birşey olmaz hani.

Hee bu arada mazi: plak-tiyatro diyorduk, Sony aldı götürdü işte başımızı. Yapacak birşey yok...

Açık alanda NBA maçı


NBA'in ilk 'açık saha' maçı yapıldı bu sabah... Phoenix Suns ve Denver Nuggets, California'daki Indian Wells Tennis kortunda karşılaştı.

Görünürde bir farklılık yoktu aslında. Parke aynı, oyuncular aynı, kameralar aynı... Ancak California'da an itibariyle rüzgarlı bir hava var ve bu oyuncuları farklı bir şekilde etkilemiş olabilir. Bunun yanı sıra tenis kortunda oynamaları atmosferi fena bir şekilde bozuyor; ses sistemi düzgün kurulamamış, seyirciler gaza getirilememiş. Sanki tenis kortunda oynandığı için tenis seyircilerine bürünmüşlerdi!

Neyse, ciddiye alınacak bir durum değildi bu, Stern zaten maç öncesinde bunun normal bir NBA maçı için gerçekleşmeyeceğini belirtti. Gazozuna bir maçtı, güzeldi böyle birşeyi denemek. Gerçekte elbette olmaz, basketbolun doğasına uymaz, doğasına uysa evrenin doğasına, yani iklim şartlarına uyamaz. AMA... TNT'den seyrediyordum maçı. Sunucular ortamı çok beğendiklerini, enteresan olduğunu filan dile getiriyorlardı ve en sonunda, All-Star maçının böyle bir ortamda gerçekleştiğini hayal ettiklerini söylediler. Ortada resmi birşey yok, birşey de iddia etmediler ama böyle bir fikir olabilir NBA yönetiminin kafasında. Gerekli düzenlemeler yapılırsa neden olmasın...

NOT: Bu yazı, maçın ilk çeyreğinin bitiminde yazılmıştır... Bu sebepten ötürü maç hakkında yorum, sağlıklı olmayacağı düşünülüp eklenmemiştir.

Dün Gece İnönü


Olacak iş değil, fena sinirlendim bu olaya... Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama maçın son 30 dakikasında resmen Beşiktaş marşları söylendi. Beşiktaş falan da değil, direk Çarşı tezahüratları. Beşiktaş'ın şampiyonluğuna duyulan özlemin konu aldığı marş, Alen abinin manyaklığına dair olan marş, Çarşı'nın alemde herkese karşı olduğunu belirttiği marş... Bunlar sadece bazıları, aklıma gelenler. Yahu hiç mi utanma olmaz bir insanda? Milli ruh diyoruz, Milli takımı desteklemeye çalışıyoruz, orada BJK yönetimine mesaj verilmeye çalışılıyor, BJK amigosu yüceltiliyor. Bu kadar özendiğim, imrenerek izlediğim grubun şu durumlara düşmesi içler acısı bir durum. Yazıklar olsun!

11 Ekim 2008 Cumartesi

Servet Çetin klişesi

" Rakibe gol pozisyonu vermeden gol yedik,
pozisyon versek üzülmeyeceğiz o kadar ama vermedik yani! "

Sözler Servet Çetin'e ait. Az önce Bosna Hersek maçından sonra söyledi, yine kulaklarımla, gözlerimle şahit oldum. Galatasaray'da da sezon başından beri en az 5 kere aynı sözü söylemiştir. Yahu, hiç pozisyon vermiyorsun ama bulunduğun defans bir şekilde gol yiyor işte. Senin yüzünden veya değil.

PS: Bu arada okuyucularım kusura bakmasın, yazacak gündem yok futboldan başka. Genişleyecek konu dağılımı, söz...

Özgürcan Özcan


Cimbom'un meşhur "geleceğin büyük golcüsü" denilen forveti. Yıllarca geleceğin süperyıldızı olduğu söylendi, ama takımda ne zaman şans bulsa hiçbir şey yapamadı. As takıma geldi eli ayağına dolaştı, paf takımda ertesi gün golleri sıraladı, kendini buldu denip tekrar alındı, yine sıçtı.

Şimdi Sakarya'da kiralık. Bugün Karşıyaka karşısında oyuna ikinci yarıda girip, 3 tane birden gol yazmış. Yine "geleceğin yıldızı Özgürcan şov yaptı" edebiyatlatı medyada ağızlarda. Hangi gelecek pardon? Bu adam büyük takım oyuncusu olmadığını defalarca kanıtladı, defalarca. Buraya da tekrar yazıyorum, iddia da ediyorum... Hiçbir ciddi iddiası olan takımda sorumluluk alıp da başarılı olamaz. Adamda ruh olacak, gözünde göreceksin onu. Bunda yok. Yetenekli olabilirsin, ayrı.. 5 sene önce Fenerbahçe ile yapılan paf maçında gol atıp kendi kendine sevinirken, Arda golü attıktan sonra deli gibi bağırıp taraftara koşuyordu, gaza getiriyordu, rakip taraftarı kışkırtıyordu. Aradaki "minik" farklardan biri de budur mesela.

Kriz


Olacak iş değil şu. Amerika'nın ekonomisi çöktüğünde pek de takmamıştım, üstesinden gelirler diye düşünmüştüm. Nitekim, pek de haksız çıkmadım, ne yapıp edip paçalarını kurtaracaklar da dünyayı mahvettiler resmen. İran petrol rafinelerindeki dengesizlikten ötürü batma eşiğinde, İngiltere ve Avrupa'nın diğer köşelerinde birbir bankalar batmaya devam ediyor. En son İngiltere'de bir bankaya bombalı saldırı yapıldığı duyuldu. Asya'da durum pek de farklı değil, Japonya ve Çin'de de etkileri görülmeye başlandı. Spor kulüpleri, TV programları, filmler... Hepsi sponsorlarını kaybettikçe etkinliklerini durdurdu. Ve Türkiye... Dolar aldı başını gidiyor, çok iyi giden borsa çökmüş durumda.

Amerika oyun mu oynadı diyeceğim, koskaca AIG-Lehman Bros.-Wachovia gitti, olmaz öyle şey. Ama cidden Amerika hapşırdı ve dünya nezle oldu. Nasıl çıkılacak işin içinden, bilmiyorum ama kötü günler bekliyor bizi. Ekonomiyle alakanız olması da gerek yok; Philadelphia-Man Utd.-West Ham Utd. vb. takımların sponsorları battı, finansal durumları kötüye gidecek hiç kuşkusuz. Bazı takımların sahipleri tamamen Amerika'ya, Orta Doğu ve Balkanlar'daki petrole bağlı işleri. Durum bombok olunca kulübe yansayacak bu da. Aceto yazmış dün; Barcelona, Valencia ve Espanyol stat yenileme çalışmalarını durdurmuş bile. Hollywood'daki durgunluğu da görüyoruz zaten. Her yöne sıçrıyor, epey canımız sıkılacak, herhalde Çağlar'ın 2 gün önce yazdığı Big Bang'in nedeni olarak yazabileceğim şeydir bu ekonomik kriz.

Çalkalanıyo' (#2)


Çalkantı sesleri bu sefer Florya Tesisleri'nden geliyor... Daha önce, taa 3 ay önce Beşiktaş için atmıştım bu başlığı. Yalnız o zaman Beşiktaş daha fazla çalkalanıyordu. Her neyse. Cimbom'da olanlar malum, Skibbe için özel olarak alınan Alman temelli yardımcı antrenörler takımdan gönderildi. Bu konuya birkaç ayaktan dalmak lazım aslında.

Öncelikle yanlış bir hareket mi? Göreceli. Yani bir anda ikisini göndermek manevi açıdan doğru olmayabilir, ama futbol açısından kesinlikle doğru. Ben son yıllarda antrenör yanında Davala kadar pasif kalan bir adam hatırlamıyorum yani bu kadar olamaz. Özellikle son Bursa-Yusuf faciasında baş sorumlu da kendisiydi bana kalırsa. Ben olsam Skibbe'nin yanında, muhtemelen daha 10. dakikada "hocam şu 10 numaranın başına bir adam verelim" derdim. Ama Davala, sezon başından beri her maçta olduğu gibi bu maçta da izledi. Daha Skibbe'yle bir kere hararetli bir konuşmaya girdiğine rastlamadık kenarda. Her neyse, Boekamp için pek birşey söylemeyeceğim ama diğer bir koldan bakarsak.. Bu çoğu kişi tarafından Skibbe'ye "sen de istifanı et" mesajı olarak görülüyor. Açıkçası mantık çerçevesinde de durum bu gibi.

Skibbe'den de memnun olmak mümkün değil şu durumda. Her ne kadar sakatlıklar olsa da, kullanabileceği kadro kısıtlı olsa da sağlam olduğu zamanlarda da gördük. Ben bu kadar derin bir takımdan bu kadar az verim alınabilmesinin antrenör sorumluluğunda olduğunu düşünürüm. Onu geçtik, aynı kadronun ilk yarıları rezil kepaze oynayıp, ikinci yarılarda aslan kesilmesini aynı kişiye bağlayabilirim. "Skibbe'ye zaman vermek" türü konuşmalar klişe olduğu kadar ezbere söylenen kelimeler. Çünkü adam saha içinde oynanan oyuna müdahale edemiyor, göremiyor. Kadronun sınırlı olmasından dolayı takımdan verim alamamayı kabul ettik diyelim, bunu nasıl açıklayacağız?

Son olarak da Lucescu'dan Hagi'ye, Terim'den Blanc'a bir sürü isim geçiyor takımın başına getirileceğine dair. Valla ben takımı gördüm. Bellinzona karşısında da gördüm, Bursa karşısında da gördüm, Antalya, Denizli karşısında da gördüm. 7. haftada antrenör gönderme, asıp kesme konusunda meraklı değilim. Aslında bu kadar erken adam göndermek çok doğru birşey de olmaz. Ancak mevcut durum içinde diyebilirim ki, madem böyle radikal bir karar alındı, adam gibi yapacaklarından emin olunan bir adam getirsinler de kafalar rahat olsun.

Rijkaard göreve...

Şehitler için yürümek?


Bugün bir afiş gördüm caddenin birinde. Üzerinde de tarihi ve yeri belirtilmiş, "şehitler için yürüyoruz, sen de katıl" demişler. Yani Cumhuriyet Mitingi tarzı toplu bir yürüyüş olacakmış, kaybettiğimiz askerler için.

Bloga siyaset karıştırmak istemiyorum tabii (bu lafı da 25. söyleyişimdir) ama, yapılan herşey bir amaç uğruna olmalı bence. Cumhuriyet Mitingi'nin amacı nedir? Yönetim şeklinin bozulduğunu düşünenler protesto amaçlı yürüyüş yaparlar, slogan atarlar ve iktidara zerzenişte bulunup, duruma çeki düzen vermesini isterler... Bu türde bir de işçilerin yürüşüyü vardır, 1 Mayıs İşçi Bayramı. Bu nedir? Yine iktidarın işçiler hakkındaki tutumundan hoşnut olmayan işçiler aynı şekilde bunu belirtmek için yürüyüş yaparlar, memnun olmadıklarını bu şekilde etkili bir yoldan dile getirirler. Peki vefat eden askerler için yürümek hangi amaca hizmet eder?

Neyi göstermek için yürünülür? Teröristlere mi tepki? Öyleyse onların istedikleri bu zaten... İktidara mı zerzeniş, bitirin artık şu işi diye? Ülkede zaten yarım asırdır durdurulamayan bir hadiseyi, bir de yürüyerek mi hatırlatıyoruz? Yoksa sadece deşarj amaçlı, daha doğrusu amaçsız bir yürüyüş mü?

10 Ekim 2008 Cuma

Big Bang


Çok durgun günler yaşadığımız, krizdir, terördür bir sürü klasik gündem konularıyla boğuştuğumuz şu dönemde; eğlence ve spor sektörü birden patlama yapmak için hazırlanıyor. Şu anda gündemde birşey yok. Doğru düzgün film yok, oyunlar çıkmadı, ligler araya girdi, basketbol başlamadı vs.. Sıkıntı var.


Yalnız işin güzel kısmı da bu eğlence sektörü ile ilgili herşey bir anda kucağımıza düşecek. Oyun sektöründen başlarsak... Haftaya Cuma, deli gibi beklediğimiz PES 2009 çıkacak, anında indirilip konsollarda, bilgisayarlarda oynanmaya başlanacak. Ne tuhaftır ki aynı gün yine deliler gibi beklenen NBA 2k9 çıkıyor... Bunun dışında FM 2009 gibi şeyler de kısa sürede elimizde olacak.


İkinci olarak sinema sektöründe de inanılmaz bir patlama olacak. Tam da içimizin kan ağladığı günlerde; Cem Yılmaz'ın A.R.O.G.'u, Ata Demirer'in Osmanlı Cumhuriyeti, Şahan Gökbakar'ın Recep İvedik 2'si, Şafak Sezer'in Kolpaçino'su perdeye düşmek için geri sayımda... Türk Sineması'nı bir kenara bırakırsak, esas bomba Saw V de 24 Ekim'de, dünya ile aynı anda vizyona geliyor. Çıktığı gün izlemeye gitmeyenin...


Özellikle sinemadaki tüm filmlere kayıtsız şartsız gideceğim kesin. Hepsi sevdiğim adamlar, hepsi izlenecek filmler. Gerçekten gökten yağacak.. Hiç DVD'sini falan beklemeyip, izlemeye gideceğim. Zaten sinemadaki filmlerin tarihleri biraz daha aralıklı. Oyunları da zaten piyasaya düştüğü anda netten indirmek mümkün olacak. Muhtemelen PC birkaç gün hiç kapanmayacak.


Bunun dışında tabii milli maçların oynanmasıyla, Türkiye Ligi arayı GS-TS derbisiyle kapatacak. Ardından Avrupa maçları falan başlayacak, hararetli, heyecan dolu günler... Futbol dışında, ay sonu NBA başlıyor. Türkiye Basketbol Ligi de yakın bir zamanda başlar heralde...

Geri sayımdayız, takipteyiz.

Edit: Tabii televizyondan bahsetmeyi unutmuşum. Bütün diziler yayına girdi. Komedi Dükkanı, BKM Mutfak, Anında Görüntü Show falan da hazır. Bunun dışında Beyaz Show bugün bu sezonun 2. bölümüyle karşımızda olacak ve Okan Bayülgen'in yeni programı da yakında başlıyor...

9 Ekim 2008 Perşembe

BKM Mutfak 2. Sezon


Dün başladı, izledik. Açıkçası ilk iki skeç (Kadavra ve Anneler) vasattı. Güldürmedi değil ama önceki sezona göre zayıf başladı baya. Korktum, acaba malzeme mi bulamıyorlar, böyle mi devam edecek diye.. Neyse ki gerçek yüzleri Tabu oyununun konu alındığı skeçle birlikte ortaya çıkmaya başladı. Yüksek tempolu, çok eğlenceli bir skeçti. Kadın sürücü adayıyla ilgili skeçte günün zirvesini yaptılar zaten. Ardından gelen Ersin Diskoda temalı ve Romeo ile Juliet skeçleriyle yine biraz daha düzlüğe çıktılar ama güzel skeçlerdi yine. Kısacası şu kısır televizyon ekranında her türlü gider yeni sezonda...

Yalnız seyirciden rahatsızım. Güzel skeçlerde bokunu çıkarıyorlar. Her komik sahneye alkış, alkış.. Oyunun devamlılığı aksıyor, seyir zevki kaçıyor.